Doğu Akdeniz geriliminde Almanya hangi rolü oynayacak?

<p>Avrupa tarihinin ge&ccedil;tiğimiz bin yılı Frank Kralı B&uuml;y&uuml;k Karl&rsquo;ın (Şarlman) v&acirc;risi olma iddiasındaki Almanlar ve Fransızlar arasındaki &ccedil;ekişmenin hikayesi olarak anlatılabilir. D&ouml;nem d&ouml;nem y&uuml;kselen İngiliz ve Fransız tesiri, İtalyan R&ouml;nesansı, s&uuml;r&uuml;p giden mezhep savaşları bu &ccedil;ekişmenin &ouml;nemine g&ouml;lge d&uuml;ş&uuml;rmez. Gerek Kutsal Roma Germen İmparatorluğu gerekse&nbsp;Fransa, potansiyelini maksimize ederek Roma&rsquo;nın v&acirc;risi olma m&uuml;cadelesi vermekten geri durmadı.</p> <p>On dokuzuncu y&uuml;zyıl bu m&uuml;cadelenin zirveye &ccedil;ıktığı asırdır. Napolyon&rsquo;un Kutsal Roma Germen İmparatorluğu&rsquo;nu yıkması, Sedan Savaşı&rsquo;nda Prusya&rsquo;nın Fransa&rsquo;yı k&uuml;&ccedil;&uuml;k d&uuml;ş&uuml;rmesi ile dengelenmiş; Kayser Wilhelm&rsquo;im İmparatorluk tacını Versay Sarayı&rsquo;nda giymesi ile Prusya Fransızların onurunu zedelemiştir. Bu k&uuml;&ccedil;&uuml;k d&uuml;ş&uuml;r&uuml;lmenin intikamını almak i&ccedil;in Fransa I. D&uuml;nya Savaşı sonrası imzalanan Versay Antlaşması&rsquo;na Almanya a&ccedil;ısından karşılanması imk&acirc;nsız maddeler koymuştur. D&ouml;nemin Alman Dışişleri Bakanı Gustav Stresemann Versay Antlaşması ile dayatılan şartların Almanya a&ccedil;ısından karşılanabilir olmadığından yakınarak, yaklaşan felakete karşı, Fransa başta olmak &uuml;zere sistem akt&ouml;rlerini ikaz etmişti. Neticede Fransa savaş tazminatını tam olarak &ouml;deyemeyen Almanya&rsquo;nın Ruhr b&ouml;lgesini işgal etti. Bu atmosferde y&uuml;kselen Alman milliyet&ccedil;iliği Hitler iktidarına ve Almanya&rsquo;nın Fransa&rsquo;yı birka&ccedil; g&uuml;nde işgaliyle sonu&ccedil;lanan s&uuml;rece zemin hazırladı.</p> <p>&nbsp;</p> <p>Maksadımız bir tarihsel anlatı ortaya koymak değildir. Aksine, ortaya koymamız gereken en &ouml;nemli husus, Almanya ve Fransa&rsquo;nın potansiyelini maksimize ederek s&uuml;per g&uuml;&ccedil; olmasının yolunun karşılıklı bir rekabetten ge&ccedil;tiğini hatırlatmaktır. İkinci D&uuml;nya Savaşı sonrası g&uuml;&ccedil; merkezi Atlantik &ouml;tesine kayan Batı&rsquo;nın, Avrupa ile ilgili ortaya koyduğu perspektif, kıtanın bir daha i&ccedil;inde savaş yaşanmayacak bir medeniyet merkezi olarak yeniden konumlanmasıydı. Bu ama&ccedil;la m&uuml;şterek bir Avrupa şuurunu meydana getirmek, bunu ise Almanya ve Fransa&rsquo;nın &ouml;nderliğinde bir birlik tesis ederek başarmak ama&ccedil;lanmıştı. Gerek Fransa&rsquo;nın gerekse Almanya&rsquo;nın rekabete girerek s&uuml;per g&uuml;&ccedil; olma perspektifi ortaya koymamaları bu birliğin varlığını m&uuml;mk&uuml;n kılacaktı. Buna karşın, savaş sonrası iki farklı ekonomik program izleyen Almanya ve Fransa farklı şekillerde gelişti. Almanya izlediği sanayi programı ile yeniden toparlanırken, Fransa eski zararlı alışkanlıklarından bir t&uuml;rl&uuml; kurtulamamış ve refah konusunda eski kolonilerinden akan zenginliğe bel bağlamıştı. Enerji konusunda dahi h&acirc;l&acirc; b&uuml;y&uuml;k oranda Afrika&rsquo;ya bağımlı olan Fransa&rsquo;nın, zenginliği sanayi gelişmede arayan Almanya ile rekabet etmesi m&uuml;mk&uuml;n değildi. Neticede Fransa savaşın galibi, Almanya ise mağlubu olmasına rağmen, Avrupa Birliği&rsquo;nin (AB) d&uuml;menine Almanya ge&ccedil;ti. Almanya&rsquo;yı AB&rsquo;nin &ldquo;&ccedil;ekinik hegemonu&rdquo; (reluctant hegemon) olarak adlandıranların aslında altını &ccedil;izdikleri en &ouml;nemli ger&ccedil;ek, Almanya&rsquo;nın Fransa&rsquo;nın &ccedil;ok &ouml;tesinde bir potansiyele sahip olmakla, birliğin yeg&acirc;ne lideri olduğu idi. Bu durum Fransa tarafından asla itiraf edilmeyen bir geri kalmışlığı ortaya koyarken, AB&rsquo;nin y&uuml;k paylaşımında ağırlık b&uuml;y&uuml;k oranda Almanya&rsquo;ya bırakılmıştır. S&uuml;rekli olarak kendi potansiyeli i&ccedil;in &ccedil;alışan bir Fransa&rsquo;nın yanında, AB ve birlik &uuml;yesi &uuml;lkeler i&ccedil;in gayret sarf eden bir Almanya projeksiyonu, adeta tabii bir durum olarak ortaya konulmaktaydı. Sabık Fransız Cumhurbaşkanı Fran&ccedil;ois Hollande 2019 yılında Alman Die Weltgazetesine verdiği m&uuml;lakatta &ldquo;Avrupa bundan sonra ekonomik, finansal bir şirket olmanın &ouml;tesinde ekoloji, demokrasi, k&uuml;lt&uuml;r, savunma gibi alanlarda bir birlik olarak yeniden şekillenmelidir. Almanya bu konuda daha fazla sorumluluk almalıdır&rdquo; derken bu tutumu dışa vurmaktaydı. Fransa kendi potansiyelini &ouml;ncelerken, Almanya&rsquo;yı AB&rsquo;nin her t&uuml;rl&uuml; y&uuml;k&uuml;n&uuml; omuzlaması gereken g&uuml;&ccedil; olarak &ouml;nermekteydi. Fransız siyaseti, birlik i&ccedil;inde yaşanan her kargaşanın sorumluluğunu Almanya&rsquo;ya &ccedil;ıkarmak gibi bir kolaycılıktan asla vazge&ccedil;medi.</p> <p>&nbsp;</p> <h3>Fransa Macron ile yeniden &ccedil;ok b&uuml;y&uuml;k olabilir mi?</h3> <p>Almanya ile Fransa arasında hi&ccedil; eksik olmayan, ancak d&ouml;nemsel olarak g&ouml;r&uuml;nmez olan gerilim, 2013 yılında zirveye ulaştı. Almanya&rsquo;nın Yunanistan&rsquo;ı ekonomik krizden kurtarma planı Fransa tarafından b&uuml;y&uuml;k bir tepkiyle karşılandı. Alman Şans&ouml;lye Merkel Yunanistan&rsquo;ın adeta idaresine talip olurken, o zamanki Fransız Meclis Başkanı Claude Bartolone başta olmak &uuml;zere Fransız politikacılar Almanya&rsquo;ya y&ouml;nelik sert eleştiriler ortaya koydu. Die Welt gazetesi yaşananları Nisan 2013 tarihinde &ldquo;Ger&ccedil;ekleştirmek zorunda olduğu reformların altında ezilen Fransız siyaseti &ccedil;aresizce g&uuml;nah ke&ccedil;isi arıyor. B&uuml;t&ccedil;e a&ccedil;ığı ve işsizlik oranları artmaya devam ederken, Fransız siyaseti Başbakan Angela Merkel&#39;i Avrupa mali kriziyle başa &ccedil;ıkmada bencillik ve uzlaşmazlıkla su&ccedil;luyor&rdquo; şeklinde yorumlamıştı. Bu &ccedil;ok doğru bir analizdi; Fransa hantal sistemiyle boğuşmaktaydı, Merkel&rsquo;in siyaseti ise ger&ccedil;ek&ccedil;i ve pragmatikti: &ccedil;&ouml;z&uuml;m&uuml; benden bekliyor ve y&uuml;k&uuml;n altına beni sokuyorsanız d&uuml;meni bana bırakmalısınız!</p> <p>Merkel&rsquo;in bu tutumu AB i&ccedil;inde bir liderlik ortaya koymanın &ouml;tesinde, Fransa&rsquo;ya omuzlandığı sorumluluk kadar itibar vermek anlamına geliyordu. Almanya ve Fransa&rsquo;nın g&uuml;&ccedil; dengesi esası &uuml;zerinde dile getirilmeyen, konuşulmayan bir anlaşma vardı; ancak bu anlaşma Fransa&rsquo;nın Almanya karşısında zayıf d&uuml;şmesiyle ister istemez bozulmaktaydı. Fran&ccedil;ois Mitterand ve Helmut Kohl d&ouml;neminde stat&uuml;ko stabil hale gelmişti, ancak avroya ge&ccedil;iş sonrası dengeler s&uuml;rekli olarak Almanya&rsquo;nın lehine gelişmişti. Berlin Duvarı&rsquo;nın yıkılmasının akabinde Doğu Almanya&rsquo;nın mali y&uuml;k&uuml;n&uuml; omuzlayan Almanya, her ekonomik krizde AB &uuml;yesi &uuml;lkeleri kurtarma paketlerini de b&uuml;y&uuml;k oranda omuzlamak durumunda kalmış, buna rağmen gelişmiş sanayii ile Fransa&rsquo;nın &ccedil;ok &ouml;tesinde bir potansiyel ortaya koymuştu. Merkel ise &uuml;lkesinin Avrupa liderliğini sağlamlaştırmış, kendi başbakanlığı s&uuml;resince Fransa&rsquo;da g&ouml;rev yapan d&ouml;rt farklı karakterdeki cumhurbaşkanına da bu &uuml;st&uuml;nl&uuml;ğ&uuml; kabul ettirmiştir.</p> <p>&nbsp;</p> <h3>Merkel&rsquo;den sonra Almanya pasifleşecek mi?</h3> <p>Merkel sonrası Almanya&rsquo;nın başat rol&uuml;n&uuml;n değişeceği ve k&uuml;resel ekonomik krizin faturasının Alman siyasetine kaos olarak d&ouml;neceği şeklindeki okumalar, Fransa&rsquo;yı y&ouml;netenlere iki hedef sundu. Bu hedeflerin ilki AB i&ccedil;indeki Alman hegemonyasını kendi lehine &ccedil;evirerek Almanya&#39;nın &uuml;zerinde etkili olduğu &uuml;lkeleri kendi etki sahasına &ccedil;ekmektir. Bu hedefin &ouml;zellikle Yunanistan&#39;a ve Yunanistan&#39;ın uydusu G&uuml;ney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti&rsquo;ne y&ouml;nelmiş olmasında şaşılacak bir şey yoktur. 2013 sonrası Yunanistan&#39;da gittik&ccedil;e y&uuml;kselen Alman karşıtlığını (Germanophobie) kendi lehine &ccedil;evirmeyi ama&ccedil;layan Fransa, &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki d&ouml;nemde AB i&ccedil;inde daha pasif bir Almanya bulmayı umduğundan, inisiyatifi eline ge&ccedil;irmeyi ama&ccedil;lamaktadır.</p> <p>İkinci hedef ise Fransa&#39;nın s&uuml;rekli olarak &uuml;zerinde hissettiği İngiliz ve Alman baskısını Brexit ve Merkel sonrası d&ouml;nemde aşarak yeniden b&uuml;y&uuml;k Fransa hedefine doğru adımlar atmaktır. Uzun s&uuml;ren Brexit tartışmaları, Avrupa &ccedil;ıkarlarının milli &ccedil;ıkarlar mevzubahis olduğunda hi&ccedil; d&uuml;ş&uuml;nmeden bir kenara itilmesi gerektiği fikrinin Avrupa &ccedil;apında daha fazla sahiplenilmesine vesile oldu. Yapısal sorunlarla boğuşan ve 2016 yılında &ccedil;alışma kanununda k&ouml;kl&uuml; reformlar ger&ccedil;ekleştiren Fransa bu tartışmalardan fazlasıyla nasibini aldı. Sağ politikalar savaş sonrası d&ouml;nemde hi&ccedil; olmadığı kadar Fransız siyasetini domine etmeye başladı. B&uuml;y&uuml;k Fransa hedefinin, Napolyon Bonaparte&rsquo;ın ardından Fransa&rsquo;yı y&ouml;neten pek &ccedil;ok kimseyi baştan &ccedil;ıkardığı muhakkaktır. Buna mukabil, Napolyon&rsquo;u taklit edenlerin hi&ccedil; de hayırlı akıbetler elde edemediğini de g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurmak gerekir. En tipik &ouml;rneği İmparator III. Napolyon olan bu tutum, Fransız siyasi aklını, zaman zaman Napolyon Bonaparte&#39;tan ilham alarak, kapasitesinin &uuml;zerinde taleplerde bulunma gibi yanlışlara sevk eder.</p> <p>Son olarak Nicolas Sarkozy&#39;nin Arap Baharı s&uuml;recine doğrudan ve y&ouml;nlendirici akt&ouml;r olarak katılma hevesi bu tutumun &ouml;rneklerinden biri olarak karşımıza &ccedil;ıktı. Sarkozy&#39;nin Arap Baharı konusundaki tutumu kısmen anlaşılabilirdi; zira Kuzey Afrikalı devletler halen Fransa a&ccedil;ısından ekonomik &ouml;nemi y&uuml;ksek, yarı s&ouml;m&uuml;rge devletler olarak kabul edilmekteler. Buna karşın Emmanuel Macron&#39;un Orta Doğu&#39;da ve Kuzey Afrika&#39;da var olma stratejisi bir başka b&uuml;y&uuml;me hedefini ortaya koyuyor. Libya savaşına askeri olarak doğrudan ve dolaylı şekilde m&uuml;dahil olan Macron Fransa&rsquo;sı, Suriye ve L&uuml;bnan&#39;da aktif şekilde yer almayı hedeflemektedir. Fransa s&ouml;z konusu krizlerde &uuml;&ccedil; &ouml;nemli kazanım hedefliyor. Bunların ilki, Arap baharı sonrası yeniden şekillenecek olan pazar ve hammadde trafiğinin merkezine kendisini oturtmak. Zaten &ldquo;arka bah&ccedil;esi&rdquo; olarak g&ouml;rd&uuml;ğ&uuml; bu coğrafyada etkisini kaybetmekten &ccedil;ekinen Fransa, diğer yandan Libya&#39;yı etki alanına dahil etmeye &ccedil;abalamakta. İkinci &ouml;nemli hedefi ise Arap Baharı sonrası Orta Doğu&#39;da yaşanacak restorasyondan ekonomik &ccedil;ıkar sağlamaktır. Bu ise hatırı sayılır bir para demektir. &Uuml;&ccedil;&uuml;nc&uuml; hedef ise yeni d&uuml;zenin kendi etki sahası g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurularak tesis edilmesini sağlamaktır.</p> <p>Asırlık Fransız alışkanlıkları n&uuml;ksetmiştir; Fransa yeni kurulacak sistemlerin siyasi elitlerini, dahili, harici ve askeri b&uuml;rokrasisini Fransız &ccedil;ıkarlarına hizmet edecek şekilde şekillendirmeyi hayati &ouml;neme sahip g&ouml;rmektedir. Fransa&#39;nın bu noktada yaşadığı en b&uuml;y&uuml;k bahtsızlık ise bu &ccedil;atışma alanlarının hemen hepsinde T&uuml;rkiye ile karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Fransa ile T&uuml;rkiye arasında yaşanan Suriye ve Libya gerilimi, yaz aylarında yaşanan &ccedil;eşitli gerilimlerle daha geniş bir boyut kazandı. Fransa&#39;nın Yunanistan&#39;ı T&uuml;rkiye&#39;ye karşı mobilize etme &ccedil;abalarıyla daha da tırmanan Doğu Akdeniz geriliminin zirveye ulaştığı g&uuml;nlerde Azerbaycan-Ermenistan sınırında Ermenistan&#39;ın tacizleri sebebiyle yaşanan gerilim, T&uuml;rk kamuoyunun dikkatlerini Kafkaslara tevcih etmesiyle sonu&ccedil;lanmıştı. Fransa Ermenistan &uuml;zerindeki b&uuml;y&uuml;k etkisini kullanarak T&uuml;rkiye&#39;nin enerjisini bir cepheye daha yaymayı ama&ccedil;lamıştır. Fransa&#39;nın hedefi a&ccedil;ıktır: T&uuml;rkiye&#39;nin enerjisini farklı cephelerde harcamasına yol a&ccedil;arak Libya ve Suriye denklemlerinde Fransa&#39;nın dayattığı tezlere yakın tezleri kabul etmesini sağlamak birinci hedeftir. İkinci hedef ise Fransa&#39;nın bir şekilde etki alanı kılmayı ama&ccedil;ladığı Orta Doğu ile arasındaki deniz g&uuml;zergahını T&uuml;rkiye&#39;nin etki ve inisiyatifine bırakmamaktır.</p> <p>Ortaya koyduğu projeksiyon sebebiyle Macron&rsquo;u Napolyon ile kıyaslayanların g&ouml;z &ouml;n&uuml;nde bulundurması zaruri iki temel ayrım noktası vardır. Bu ayrım noktalarından en &ouml;nemlisi hi&ccedil; ş&uuml;phesiz Napolyon Bonaparte&#39;ın arkasındaki halk desteği ile Emmanuel Macron&rsquo;un arkasındaki halk desteği nispetidir. Napolyon Elbe&rsquo;ye gitmeden &ouml;nce de Elbe&rsquo;den d&ouml;nd&uuml;kten sonra da arkasında b&uuml;y&uuml;k bir halk desteği olan bir askerdi ve s&uuml;rekli olarak savaş alanında yer almaktan geri durmamıştı; halk ve ordu tarafından sevilen bir fig&uuml;rd&uuml;. Buna mukabil d&uuml;ş&uuml;k katılımlı se&ccedil;imde oyların d&ouml;rtte birini alarak cumhurbaşkanı se&ccedil;ilen Macron, sarı yeleklilerin g&ouml;sterilerinin g&ouml;lgesi altında, istenmeyen bir fig&uuml;r olarak başkanlık yapmaktadır. Dolayısıyla iki fig&uuml;r&uuml;n arasındaki en temel fark i&ccedil; destek hususundadır.</p> <p>&nbsp;</p> <p>İkinci &ouml;nemli fark ise askeri potansiyel bakımındandır. Fransız İhtilali sonrası yaşanan militerleşme s&uuml;recinde Avrupa&#39;nın en g&uuml;&ccedil;l&uuml; ordusu haline gelen Fransız ordusu, Sibirya&rsquo;ya kadar uzanan, rakip tanımaz, g&uuml;&ccedil;l&uuml; bir ordudur. G&uuml;n&uuml;m&uuml;z Fransız ordusu ise Alman ordusuna karşı alınan tarihi yenilgi ve birka&ccedil; g&uuml;nde t&uuml;m Fransa&rsquo;nın idaresinin Almanlara terk edilmesi hezimetinden beri anlamlı bir başarı ile anılmamaktadır. G&uuml;n&uuml;m&uuml;z Fransız ordusunun Napolyon Bonaparte&#39;ın ordusu ile mukayese edilebilir hi&ccedil;bir yanı yoktur. Napolyon ile farklı potansiyellere sahip olduğu ger&ccedil;eğini acı tecr&uuml;belerle de olsa fark eden Macron&#39;un s&ouml;ylemlerinde ve tonunda son zamanlarda meydana gelen yumuşama, bir hakikat ile y&uuml;zleşmiş olması sebebiyledir: ne Fransa&#39;nın ne de T&uuml;rkiye&#39;ye karşı mobilize ettiği Yunanistan&#39;ın g&uuml;c&uuml;&nbsp;Doğu Akdeniz denkleminde T&uuml;rkiye ile boy &ouml;l&ccedil;&uuml;şmeye yetecek orandadır. T&uuml;rkiye&rsquo;yi ikna etmek i&ccedil;in devreye sokulması gereken&nbsp;Almanya&rsquo;nın bu işe hi&ccedil; de g&ouml;n&uuml;ll&uuml; olmadığı ise artık ortadadır. A&ccedil;ık&ccedil;a test edilen ger&ccedil;ek, Almanya&#39;nın, T&uuml;rkiye&#39;ye karşı m&uuml;cadelesinde Fransa&#39;nın kaybetmesinden duyduğu hoşnutluktur.</p> <p>Elbette Fransa&#39;nın T&uuml;rkiye gibi &ouml;nemli bir g&uuml;ce diz &ccedil;&ouml;kt&uuml;rerek, b&ouml;ylesi bir krizden muzaffer ayrılması Almanya a&ccedil;ısından hi&ccedil; de i&ccedil; a&ccedil;ıcı olmayacaktı. Zira b&ouml;ylesi bir zafer Fransa&#39;yı Avrupa arenasında Almanya&#39;dan daha &ouml;n plana &ccedil;ıkartacak bir başarı olacaktı. Bu sebeple Recep Tayyip Erdoğan karşısında Emmanuel Macron&#39;un geri adım atması ve krizin ilk g&uuml;nlerinde takındığı şahin duruşunu terk etmesi, T&uuml;rkiye kadar Almanya&rsquo;yı da hoşnut etmiştir. Bu durum aynı zamanda yaşanan b&uuml;t&uuml;n gerilimlere rağmen, Almanya&#39;nın T&uuml;rkiye ile ilişkilerden neden vazge&ccedil;emeyeceğini de bir kez daha g&ouml;zler &ouml;n&uuml;ne sermiştir. T&uuml;rkiye Almanya&#39;nın Avrupa&#39;daki en &ouml;nemli rakibi olan Fransa&#39;yı, ekonomik ve sosyal etki sahası olarak kabul ettiği Kuzey Afrika&#39;da ve Orta Doğu&#39;da frenleyebilecek yeg&acirc;ne b&uuml;y&uuml;k g&uuml;&ccedil;t&uuml;r. Her ne kadar AB&#39;nin ilan edilmemiş lideri olarak Yunanistan&#39;dan yana tavır almış g&ouml;z&uuml;kse de, Almanya son d&ouml;nemde Yunanistan&#39;a yapmış olduğu diplomasi &ccedil;ağrılarının karşılıksız kalması ve Yunanistan&#39;ın Fransa ile m&uuml;şterek bir siyaset g&uuml;d&uuml;yor olmasından son derece rahatsızdır. Almanya&rsquo;nın, adaları silahsızlandırması hususunda Yunanistan&rsquo;a yaptığı baskı ise Yunan kamuoyunda Almanya&rsquo;ya y&ouml;nelik hayal kırıklıklarının daha da derinleşmesine sebep olmuştur. B&ouml;yle bir ortamda T&uuml;rkiye, atılabilecek en doğru adımları atarak Almanya&#39;nın her t&uuml;rl&uuml; diplomatik talebini ciddiye almış ve Doğu Akdeniz&#39;de AB&#39;nin lider &uuml;lkesi olarak tanıdığı, aynı zamanda Libya krizinin &ccedil;&ouml;z&uuml;m merkezi olarak kabul ettiği Berlin ile diplomasi y&uuml;r&uuml;tmeyi tercih etmiştir.</p> <p>Almanya&#39;nın &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki d&ouml;nemde de Doğu Akdeniz krizi konusunda T&uuml;rkiye&#39;nin tezlerine y&ouml;nelik mutlak reddedici bir tavır ortaya koymayacağı muhakkaktır. Hele Yunanistan&#39;ın T&uuml;rkiye&#39;ye dayatmaya &ccedil;alıştığı Ege ve Akdeniz haritası bu kadar mantıksızken, T&uuml;rkiye pragmatik Alman diplomasisini bir şekilde yanına &ccedil;ekmeye &ccedil;alışacak ve onu Fransız-Yunan paktına karşı kendi yanında yer almaya ikna edecektir. Almanya&rsquo;nın Yunanistan&rsquo;ı destekler g&ouml;r&uuml;nmesinin ger&ccedil;ekte hi&ccedil;bir karşılığı olmadığını &ouml;n&uuml;m&uuml;zdeki s&uuml;re&ccedil;te daha yakından g&ouml;zlemleme fırsatımız olacaktır; Almanya sadece AB&rsquo;nin lider &uuml;lkesi olarak vermek zorunda olduğu desteği verir g&ouml;r&uuml;nmektedir.</p>