D. Mehmet Doğan: “Türkçe Kur’an İnkılâbı”: 22 Ocak 1932! 90 yıl önce bugün tepeden inme inkılâplardan biri daha yürürlüğe konuldu. “Türkçe Kur’an devrimi!”.

GÜNDEM 22.01.2022 - 20:59, Güncelleme: 27.10.2022 - 05:59
 

D. Mehmet Doğan: “Türkçe Kur’an İnkılâbı”: 22 Ocak 1932! 90 yıl önce bugün tepeden inme inkılâplardan biri daha yürürlüğe konuldu. “Türkçe Kur’an devrimi!”.

D. Mehmet Doğan: “Türkçe Kur’an İnkılâbı”: 22 Ocak 1932! 90 yıl önce bugün tepeden inme inkılâplardan biri daha yürürlüğe konuldu. “Türkçe Kur’an devrimi!”.
“Türkçe Kur’an Türkçe Ezan Dayatması 90.Yıl ”: 22/30 Ocak 1932!/1950 18 YIL Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı ve Türkiye Aile Birliği YKÜ D. Mehmet Doğan: “Türkçe Kur’an İnkılâbı”: 22 Ocak 1932! Unutma! Unutturma! D. Mehmet Doğan: “Türkçe Kur’an İnkılâbı”: 22 Ocak 1932! 90 yıl önce bugün tepeden inme inkılâplardan biri daha yürürlüğe konuldu. “Türkçe Kur’an devrimi!”. Neden İnkılâp Tarihi kitaplarında bu müthiş inkılâptan bahsedilmez? Çünkü ters tepmiştir. Külliyen reddedilmiştir. Kur’an’ın insanlığı cehaletten kurtaran inkılâbını tersine çevirmek için uygulanmaya kalkışılan karşı devrim tarihin çöp sepetine atılmıştır. 1932’de milletimiz üç temel darbe/müdahale ile karşı karşıya kaldı. Birincisi “Dinî inkılap” olarak nitelenen ezanın Türkçe okunması. İkincisi, Türk Dil Kurultayı’nın toplanması, bu da zamanında “Dil inkılâbı” olarak adlandırıldı. Üçüncü müdahale mûsıkıyedir, ses kültürümüzedir. Bu da zamanında “mûsıkî inkılâbı” olarak nitelenmiştir. Bütüncü bir bakışla çok kapsamlı bir toplum mühendisliği projesinin uygulamaya konulmak istendiği anlaşılabilir. Neden millet devlet tarafından yapıcı değerleri dışına çıkmaya zorlanıyor ve neden 1932’de? 22 Ocak 1932 tarihli Milliyet gazetesinde “İlk Türkçe Kur’an bugün okunuyor..” başlığı altında şu bilgiler verildikten sonra Yasin suresinin “Türkçe”si konulmuş. “Sabık Riyaseticumhur musıki heyeti alaturka kısmı şefi Yaşar Bey tarafından bugün saat ikide Yerebatan Camii'nde Türkçe Kur’an okunacaktır. Hafız Yaşar Beyin Kur’anı Kerim'in Yasin suresini intihab edeceği (seçeceği) tahmin olunmaktadır.”. Haberde, Hafız Yaşar’ın resmi yanında “Türkçe Kur’an'ın tilavet olunacağı Ayasofya’da Yerebatan Camii” resmi de verilmektedir. Resmin önplanında küçük bir minare dikkati çekmektedir, arkaplanda ise Ayasofya görülmektedir. Cumhuriyet’in haberinde de “Ayasofya Yerebatan camii” ibaresi geçmektedir. Ayasofya yakınında böyle bir camiin varlığı hakkında bir bilgiye ulaşamadık. Sözü edilen camiin Yeraltı Camii olması gerekir. Aşağıda görüleceği gibi, gazete haberinde yine “Ayasofya’da Yerebatan camisi” denilmektedir. Cumhuriyet ertesi gün, “Türkçe Kur’an, dün ilk defa okundu” başlığı ile haberi vermektedir. “Halk Yasin süresini büyük bir vecdü heyecanla dinledi.” Resim altı: “Ayakta duranlar arasında meb’uslarımızdan doktor Reşit Galip ve Kılıç Ali beyler de vardır.” “Kur’an-ı Kerim'in Türkçe tercümesi dün ilk defa olarak Hafız Yaşar Bey tarafından çok beliğ ve müessir bir surette, Ayasofya’da Yerebatan Camii'nde okunmuştur. “ “Matbuatın birkaç günden beri verdikleri haberler üzerine Yerebatan Camii halkın tahaccümüne maruz kalmıştır. Daha sabahleyin saat onda cami dolmuştu. Küçücük camiin içinde kadın ve erkek büyük bir kalabalık vardı. Avluda ve sokakta birçok kimseler pencerelere tırmanmış, içeriden gelecek sesleri işitmeye çalışıyorlardı.”. “Saat yarımda cuma namazı kılındı. İmam efendi cuma hutbesini türkçe okudu. Halk o kadar sıkışık bir bir halde idi ki cuma namazı hemen hemen secdesiz kılındı. Herkes önündekinin sırtına, ayağının arasına başını sıkıştırarak secde ediyordu.” … “Cuma namazından sonra, Hafız Yaşar geldi. Kalabalığın arasına sıkışıp kalan Yaşar beyi camiye okmak müşkil olmuştu. Herkes bağırıyordu: -Hafız bey… Ayasofya’ya! Ayasofya’ya. Bu kadar halk burada nasıl dinleyecek!” …. “Saat ikiye doğru bazı meb’us ve münevver tabakalara mensup bazı zevat gelmişler. Kemalpaşazade Sait Beyin merhum pederi zamanında yazılan Kur’an tefsirinden ‘Yasin Suresi’ni okumaya başladı.” Tahassüsler (duygulanmalar) faslında hafıza Fehamet hanım, Yerebatan Camiisi kayyumu Hafız Emin ve Beykoz’dan Türkçe Kur’an dinlemek için gelen Pakize hanımın görüşleri alınıyor. Programla ilgili şu bilgi de veriliyor: “Önümüzdeki Cuma günü Hafız Yaşar Bey büyük bir camide Türkçe Kur’an okuyacaktır.”. Milliyet'de haberi şöyle veriyor: “Yerebatan Camii'nde bir tarih başlangıcı” “Dün Hafız Yaşar Bey kesif bir cemaat huzurunda ilk defa olarak Türkçe Kur'an okudu .. Dün İstanbul'un bir kısım halkı büyük bir zevk ve inşirah ile ilk defa olarak Türkçe Kur'an dinlediler, Hafız Yaşar B. Yerebatan Camii'nde mutat mukabelesini Türkçe okudu.” Hafız Yaşar bir hafta evvel cemaatine Türkçe Kur’an okuyacağını söylemiş. 25 ocakta Cumhuriyet Gazetesi, “Halk Türkçe Kur'an dinlemek istiyor” başlığı altında Hafız Burhan’ın Kamerhatun Camisi'nde, Hafız Kemal’in Süleymaniye’de, Hafız Zeki’nin Beşiktaş'da Vişnezade Camisi'nde, Aksaray'da, SelçukHatun Camisi'nde de Hafız Yaşar beylerin Türkçe Kur'an okudukları haberini veriyor. Gazetenin sahibi ve başyazarı Yunus Nadi’nin “Türkçe Kur’an, Türkçe ibadet” başlıklı başyazısı da uygulamanın (operasyonun) en yukarıdan yapıldığının bir işareti olarak kabul edilmelidir. Cumhuriyet Gazetesi bugünkü Türkçe Kur’an haberlerinin altında bir düzeltme metni yayınlıyor. “Camilerde okunan Kur'an tercümesi merhum Saitbeyzade Cemil Said Bey'indir. Geçen gün, bir sehiv olarak merhum Sait Bey'in pederi Kemal Paşa zamanında yazılan tefsirden okunduğunu yazmıştık. Tashih ederiz.”. O günlerin gazeteleri, Türkçe Kur’an okuyan hafızları öve öve bitiremiyorlar. Sadece okuma tarzlarını değil, okudukları “Türkçe Kur’an”ı da övüyorlar. Bu okumaların Cemil Sait (Dikel)’in tercümesinden yapıldığı anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı’nın elinin altında da bu tercüme vardır. Bu tercümenin ilk baskısı 1924’te yapılmıştır. İkinci baskı ise 1927’dedir. Latin harfli baskısının yapıldığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Dolayısıyla harf inkılâbına rağmen “Kur’an’ın Türkçesi”ni okuyan hafızların da bu Osmanlı harfli baskıyı kullandıklarından şüphe yoktur. Peki Cemil Sait’in tercümesi ne menem bir şeydir? Fransızca “Le Koran”ın Türkçesi! Cemil Said’in ne kadar arapça bildiğini bilemiyoruz, fakat fransızcasının iyi olduğu tahmin edilebilir. Çünkü bu tercümenin Polonya asıllı Albert Kazimirski’nin fransızca tercümesinden aktarıldığında ittifak edilmiştir. Cemil Said asker kökenli. Meşrutiyet’ten evvel Tahran sefaretinde ateşemiliter iken Kur’an tercümesi fikri uyanmış. Kendi ifadesine göre, dört yılda, Mütareke’nin 2. senesinde tercümeyi ikmal etmiş. Bastırmak için kime müracaat ettiyse, mülga Şeyhülislâm kapısından izin almadıkça olmaz demişler. “Nihayet hilafetin ilgası üzerine Kur’an-ı Kerim'i Türkçe olarak neşre muvaffak oldum.” Diyor. (Milliyet, 24.1.1932) 1924 Yılında eski adliye nâzırlarından Antepli Mustafa Efendi ile Hüseyin Kâzım Kadri’nin de içinde bulunduğu bir heyet tarafından iki büyük cilt halinde Nûrü’l-beyân-Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Tercümesi yayınlanmıştır. Bu “tercüme”de bazı âyetler için “izah” başlığı altında açıklamalara yer verilmiş, kelime ve terimlerin izahları dipnotlarla belirtilmiş, eserin sonuna bir de sözlük konulmuştur. Bu eserin mealle tefsir arası bir muhtevada olduğu söylenebilir. Nûrü’l-beyân aceleye getirildiği için hatalı bulunmuş, bu yüzden Diyanet İşleri Reisliği’nin tenkidine maruz kalmıştır. Sebîlürreşâd mecmuasında da Nûrü’l-beyân’ın güvenilir olmadığı belirtilmiştir. Aynı yıl yayınlanan Cemil Said’in tercümesi Diyanet tarafından daha sert eleştirilere muhatap olmuştur. “İkaz” başlığı ile “Diyanet İşleri Reis Rıfat” imzasıyla 1 Ekim 1924’te gazetelere gönderilen açıklamada şöyle denilmektedir:. “‘Türkçe Kur’an-ı Kerim’ namıyla ve Cemil Said imzasıyla intişar eden (yayınlanan) eser tetkik olundu. Kur’an-ı Azimüşşan ile karşılaştırıldığı zaman serapa muharref (tahrif edilmiş) olduğu anlaşılan bu esere ‘Türkçe Kur’an’ demek esasen caiz olmadığı gibi Kur’an-ı Kerim’in tercümesi diye itimat etmek de caiz değildir. Binaenaleyh gûnâgûn maksatlarla neşredilen bu gibi eserlere aldanmamalarını Müslümanlara tavsiye etmeyi bir vazife addederiz.”. Ahmet Hamdi Akseki’nin o günlerde Sebilürreşad Dergisi’nde bu tercüme ilgili bir yazısı çıkmıştır. Derginin 624. Sayısında yayınlanan yazı bir mektup şeklindedir ve “Türkçe Kur’an-ı Kerim namındaki Kitabın Sahibi Cemil Said Bey’e” başlıklıdır. O sıralar Diyanet İşlerinde Müşavere Heyeti azası olan, 1939’da Başkan Yardımcılığına tayin edilen ve 1947’de Diyanet Reisi yapılan Ahmed Hamdi (Akseki)’nin yazısında şöyle söyleniyor: “Beyefendi, ‘Türkçe Kur'an-ı Kerîm’ nâmıyla ortaya atdığınız eseri okudum. Tanımamakla beraber bu eserinizin delâletiyle 'ulûm-u İslâmiyeye (islâm ilimlerine) ve lisân-ı Kur'an'a (Kur’an diline) kat'iyyen vâkıf olmadığınıza hükmetdim. Filhakîka zât-ı âlîlerinin nokta-i nazarlarına göre 'ulûm-u İslâmiyeye ve lisân-ı Kur'an'a vâkıf olmayan bir zât da Kur'an'ı tercüme edebilirmiş. Lâkin böyle bir tercüme, "'İlm-i hey'et" (astronomi) bilmeyen, ona âid mukaddematı (daha önce yazılanları) görmemiş olan bir adamın Fransızca'dan lisan yardımıyla Türkçe'ye nakl edeceği bir "heyet" (astronomi) kitâbına benzer mi? Şübhe yok ki onu ne tercüme eden ne de okumak zahmetine katlanan zavallılar anlayabilirler. Zât-ı âlîleri tarafından vücûda getirilen "Türkçe Kur'an" nâmı verilen tercüme de maalesef işte böyledir.”. “Beyefendi, hangi şekilde olursa olsun, eseriniz ne Kur'an'dır, ne de Kur'an-ı münzelin (indirilmiş Kur’an’ın) hakîki tercümesidir. Binaen'aleyh Kitabullah'ın ifade eylediği mâna-yı şerîfi ifade etmeyen lisanî ve ilmî bir tahlil neticesinde metn-i Kur'an'a mutabık olmadığı her satırı yanlış ve hatta bütün âyetlerin büsbütün gâib edildiği ledel tedkik (incelendiğinde) anlaşılan bir tercümeye "muharrefdir" hükmü vermek doğru olmaz mı? Hatta buna "iftira-i 'alâ'llah" denilmez mi? Muhterem Ömer Rıza Beyefendi'nin dediği gibi, eserinizdeki hataları, tahrifatı birer birer göstermek lâzım gelirse aslından çok büyük bir yekûn teşkil edecekdir. Buna Kur'an Tercümesi demek için ne kadar cür'et lâzımdır.” Belki de TBMM’nin Kur’an’ın doğru bir tercümesinin yapılması yönündeki çabası da bu kötü tercümelerle alâkalıdır. Nitekim, bu husus Kur’an tercümesi/tefsiri ve Buharî tercümesi kararının alındığı 25 Şubat 1925 tarihli oturumda Büyük Millet Meclisi’nde de dile getirilmiştir. Diyanet adına müzakereleri takip eden ve o zaman Müşavere Heyeti azası olan Ahmet Hamdi Akseki’ye hatalı tercümeler konusunda Reisliğin ne gibi tedbirler aldığı sorulmuş ve o da bu hataların kasıtlı yapılıp yapılmadığının tesbitinin mümkün olmadığını, ancak incelemeler sonucu bazı âyetlerin tamamen tersine mânalandırıldığını gördüklerini, yani kesin olarak tahrifat yapıldığı sonucuna vardıklarını ifade etmiştir. Bu makale üzerine arayan @EzanPlatformu @AdaletPlatformu Ezan yasağı zulmünün 90. Yılı 30 Ocak Pazar günü İstanbul Fatih Camii'nde öğle namazı öncesi saat:13'de basın aciklamasina davet etti İstanbul'da olsaydım kesinlikle katılırdım. Dua selâm
D. Mehmet Doğan: “Türkçe Kur’an İnkılâbı”: 22 Ocak 1932! 90 yıl önce bugün tepeden inme inkılâplardan biri daha yürürlüğe konuldu. “Türkçe Kur’an devrimi!”.
“Türkçe Kur’an Türkçe Ezan Dayatması 90.Yıl ”: 22/30 Ocak 1932!/1950 18 YIL Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı ve Türkiye Aile Birliği YKÜ D. Mehmet Doğan: “Türkçe Kur’an İnkılâbı”: 22 Ocak 1932! Unutma! Unutturma! D. Mehmet Doğan: “Türkçe Kur’an İnkılâbı”: 22 Ocak 1932! 90 yıl önce bugün tepeden inme inkılâplardan biri daha yürürlüğe konuldu. “Türkçe Kur’an devrimi!”. Neden İnkılâp Tarihi kitaplarında bu müthiş inkılâptan bahsedilmez? Çünkü ters tepmiştir. Külliyen reddedilmiştir. Kur’an’ın insanlığı cehaletten kurtaran inkılâbını tersine çevirmek için uygulanmaya kalkışılan karşı devrim tarihin çöp sepetine atılmıştır. 1932’de milletimiz üç temel darbe/müdahale ile karşı karşıya kaldı. Birincisi “Dinî inkılap” olarak nitelenen ezanın Türkçe okunması. İkincisi, Türk Dil Kurultayı’nın toplanması, bu da zamanında “Dil inkılâbı” olarak adlandırıldı. Üçüncü müdahale mûsıkıyedir, ses kültürümüzedir. Bu da zamanında “mûsıkî inkılâbı” olarak nitelenmiştir. Bütüncü bir bakışla çok kapsamlı bir toplum mühendisliği projesinin uygulamaya konulmak istendiği anlaşılabilir. Neden millet devlet tarafından yapıcı değerleri dışına çıkmaya zorlanıyor ve neden 1932’de? 22 Ocak 1932 tarihli Milliyet gazetesinde “İlk Türkçe Kur’an bugün okunuyor..” başlığı altında şu bilgiler verildikten sonra Yasin suresinin “Türkçe”si konulmuş. “Sabık Riyaseticumhur musıki heyeti alaturka kısmı şefi Yaşar Bey tarafından bugün saat ikide Yerebatan Camii'nde Türkçe Kur’an okunacaktır. Hafız Yaşar Beyin Kur’anı Kerim'in Yasin suresini intihab edeceği (seçeceği) tahmin olunmaktadır.”. Haberde, Hafız Yaşar’ın resmi yanında “Türkçe Kur’an'ın tilavet olunacağı Ayasofya’da Yerebatan Camii” resmi de verilmektedir. Resmin önplanında küçük bir minare dikkati çekmektedir, arkaplanda ise Ayasofya görülmektedir. Cumhuriyet’in haberinde de “Ayasofya Yerebatan camii” ibaresi geçmektedir. Ayasofya yakınında böyle bir camiin varlığı hakkında bir bilgiye ulaşamadık. Sözü edilen camiin Yeraltı Camii olması gerekir. Aşağıda görüleceği gibi, gazete haberinde yine “Ayasofya’da Yerebatan camisi” denilmektedir. Cumhuriyet ertesi gün, “Türkçe Kur’an, dün ilk defa okundu” başlığı ile haberi vermektedir. “Halk Yasin süresini büyük bir vecdü heyecanla dinledi.” Resim altı: “Ayakta duranlar arasında meb’uslarımızdan doktor Reşit Galip ve Kılıç Ali beyler de vardır.” “Kur’an-ı Kerim'in Türkçe tercümesi dün ilk defa olarak Hafız Yaşar Bey tarafından çok beliğ ve müessir bir surette, Ayasofya’da Yerebatan Camii'nde okunmuştur. “ “Matbuatın birkaç günden beri verdikleri haberler üzerine Yerebatan Camii halkın tahaccümüne maruz kalmıştır. Daha sabahleyin saat onda cami dolmuştu. Küçücük camiin içinde kadın ve erkek büyük bir kalabalık vardı. Avluda ve sokakta birçok kimseler pencerelere tırmanmış, içeriden gelecek sesleri işitmeye çalışıyorlardı.”. “Saat yarımda cuma namazı kılındı. İmam efendi cuma hutbesini türkçe okudu. Halk o kadar sıkışık bir bir halde idi ki cuma namazı hemen hemen secdesiz kılındı. Herkes önündekinin sırtına, ayağının arasına başını sıkıştırarak secde ediyordu.” … “Cuma namazından sonra, Hafız Yaşar geldi. Kalabalığın arasına sıkışıp kalan Yaşar beyi camiye okmak müşkil olmuştu. Herkes bağırıyordu: -Hafız bey… Ayasofya’ya! Ayasofya’ya. Bu kadar halk burada nasıl dinleyecek!” …. “Saat ikiye doğru bazı meb’us ve münevver tabakalara mensup bazı zevat gelmişler. Kemalpaşazade Sait Beyin merhum pederi zamanında yazılan Kur’an tefsirinden ‘Yasin Suresi’ni okumaya başladı.” Tahassüsler (duygulanmalar) faslında hafıza Fehamet hanım, Yerebatan Camiisi kayyumu Hafız Emin ve Beykoz’dan Türkçe Kur’an dinlemek için gelen Pakize hanımın görüşleri alınıyor. Programla ilgili şu bilgi de veriliyor: “Önümüzdeki Cuma günü Hafız Yaşar Bey büyük bir camide Türkçe Kur’an okuyacaktır.”. Milliyet'de haberi şöyle veriyor: “Yerebatan Camii'nde bir tarih başlangıcı” “Dün Hafız Yaşar Bey kesif bir cemaat huzurunda ilk defa olarak Türkçe Kur'an okudu .. Dün İstanbul'un bir kısım halkı büyük bir zevk ve inşirah ile ilk defa olarak Türkçe Kur'an dinlediler, Hafız Yaşar B. Yerebatan Camii'nde mutat mukabelesini Türkçe okudu.” Hafız Yaşar bir hafta evvel cemaatine Türkçe Kur’an okuyacağını söylemiş. 25 ocakta Cumhuriyet Gazetesi, “Halk Türkçe Kur'an dinlemek istiyor” başlığı altında Hafız Burhan’ın Kamerhatun Camisi'nde, Hafız Kemal’in Süleymaniye’de, Hafız Zeki’nin Beşiktaş'da Vişnezade Camisi'nde, Aksaray'da, SelçukHatun Camisi'nde de Hafız Yaşar beylerin Türkçe Kur'an okudukları haberini veriyor. Gazetenin sahibi ve başyazarı Yunus Nadi’nin “Türkçe Kur’an, Türkçe ibadet” başlıklı başyazısı da uygulamanın (operasyonun) en yukarıdan yapıldığının bir işareti olarak kabul edilmelidir. Cumhuriyet Gazetesi bugünkü Türkçe Kur’an haberlerinin altında bir düzeltme metni yayınlıyor. “Camilerde okunan Kur'an tercümesi merhum Saitbeyzade Cemil Said Bey'indir. Geçen gün, bir sehiv olarak merhum Sait Bey'in pederi Kemal Paşa zamanında yazılan tefsirden okunduğunu yazmıştık. Tashih ederiz.”. O günlerin gazeteleri, Türkçe Kur’an okuyan hafızları öve öve bitiremiyorlar. Sadece okuma tarzlarını değil, okudukları “Türkçe Kur’an”ı da övüyorlar. Bu okumaların Cemil Sait (Dikel)’in tercümesinden yapıldığı anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı’nın elinin altında da bu tercüme vardır. Bu tercümenin ilk baskısı 1924’te yapılmıştır. İkinci baskı ise 1927’dedir. Latin harfli baskısının yapıldığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Dolayısıyla harf inkılâbına rağmen “Kur’an’ın Türkçesi”ni okuyan hafızların da bu Osmanlı harfli baskıyı kullandıklarından şüphe yoktur. Peki Cemil Sait’in tercümesi ne menem bir şeydir? Fransızca “Le Koran”ın Türkçesi! Cemil Said’in ne kadar arapça bildiğini bilemiyoruz, fakat fransızcasının iyi olduğu tahmin edilebilir. Çünkü bu tercümenin Polonya asıllı Albert Kazimirski’nin fransızca tercümesinden aktarıldığında ittifak edilmiştir. Cemil Said asker kökenli. Meşrutiyet’ten evvel Tahran sefaretinde ateşemiliter iken Kur’an tercümesi fikri uyanmış. Kendi ifadesine göre, dört yılda, Mütareke’nin 2. senesinde tercümeyi ikmal etmiş. Bastırmak için kime müracaat ettiyse, mülga Şeyhülislâm kapısından izin almadıkça olmaz demişler. “Nihayet hilafetin ilgası üzerine Kur’an-ı Kerim'i Türkçe olarak neşre muvaffak oldum.” Diyor. (Milliyet, 24.1.1932) 1924 Yılında eski adliye nâzırlarından Antepli Mustafa Efendi ile Hüseyin Kâzım Kadri’nin de içinde bulunduğu bir heyet tarafından iki büyük cilt halinde Nûrü’l-beyân-Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Tercümesi yayınlanmıştır. Bu “tercüme”de bazı âyetler için “izah” başlığı altında açıklamalara yer verilmiş, kelime ve terimlerin izahları dipnotlarla belirtilmiş, eserin sonuna bir de sözlük konulmuştur. Bu eserin mealle tefsir arası bir muhtevada olduğu söylenebilir. Nûrü’l-beyân aceleye getirildiği için hatalı bulunmuş, bu yüzden Diyanet İşleri Reisliği’nin tenkidine maruz kalmıştır. Sebîlürreşâd mecmuasında da Nûrü’l-beyân’ın güvenilir olmadığı belirtilmiştir. Aynı yıl yayınlanan Cemil Said’in tercümesi Diyanet tarafından daha sert eleştirilere muhatap olmuştur. “İkaz” başlığı ile “Diyanet İşleri Reis Rıfat” imzasıyla 1 Ekim 1924’te gazetelere gönderilen açıklamada şöyle denilmektedir:. “‘Türkçe Kur’an-ı Kerim’ namıyla ve Cemil Said imzasıyla intişar eden (yayınlanan) eser tetkik olundu. Kur’an-ı Azimüşşan ile karşılaştırıldığı zaman serapa muharref (tahrif edilmiş) olduğu anlaşılan bu esere ‘Türkçe Kur’an’ demek esasen caiz olmadığı gibi Kur’an-ı Kerim’in tercümesi diye itimat etmek de caiz değildir. Binaenaleyh gûnâgûn maksatlarla neşredilen bu gibi eserlere aldanmamalarını Müslümanlara tavsiye etmeyi bir vazife addederiz.”. Ahmet Hamdi Akseki’nin o günlerde Sebilürreşad Dergisi’nde bu tercüme ilgili bir yazısı çıkmıştır. Derginin 624. Sayısında yayınlanan yazı bir mektup şeklindedir ve “Türkçe Kur’an-ı Kerim namındaki Kitabın Sahibi Cemil Said Bey’e” başlıklıdır. O sıralar Diyanet İşlerinde Müşavere Heyeti azası olan, 1939’da Başkan Yardımcılığına tayin edilen ve 1947’de Diyanet Reisi yapılan Ahmed Hamdi (Akseki)’nin yazısında şöyle söyleniyor: “Beyefendi, ‘Türkçe Kur'an-ı Kerîm’ nâmıyla ortaya atdığınız eseri okudum. Tanımamakla beraber bu eserinizin delâletiyle 'ulûm-u İslâmiyeye (islâm ilimlerine) ve lisân-ı Kur'an'a (Kur’an diline) kat'iyyen vâkıf olmadığınıza hükmetdim. Filhakîka zât-ı âlîlerinin nokta-i nazarlarına göre 'ulûm-u İslâmiyeye ve lisân-ı Kur'an'a vâkıf olmayan bir zât da Kur'an'ı tercüme edebilirmiş. Lâkin böyle bir tercüme, "'İlm-i hey'et" (astronomi) bilmeyen, ona âid mukaddematı (daha önce yazılanları) görmemiş olan bir adamın Fransızca'dan lisan yardımıyla Türkçe'ye nakl edeceği bir "heyet" (astronomi) kitâbına benzer mi? Şübhe yok ki onu ne tercüme eden ne de okumak zahmetine katlanan zavallılar anlayabilirler. Zât-ı âlîleri tarafından vücûda getirilen "Türkçe Kur'an" nâmı verilen tercüme de maalesef işte böyledir.”. “Beyefendi, hangi şekilde olursa olsun, eseriniz ne Kur'an'dır, ne de Kur'an-ı münzelin (indirilmiş Kur’an’ın) hakîki tercümesidir. Binaen'aleyh Kitabullah'ın ifade eylediği mâna-yı şerîfi ifade etmeyen lisanî ve ilmî bir tahlil neticesinde metn-i Kur'an'a mutabık olmadığı her satırı yanlış ve hatta bütün âyetlerin büsbütün gâib edildiği ledel tedkik (incelendiğinde) anlaşılan bir tercümeye "muharrefdir" hükmü vermek doğru olmaz mı? Hatta buna "iftira-i 'alâ'llah" denilmez mi? Muhterem Ömer Rıza Beyefendi'nin dediği gibi, eserinizdeki hataları, tahrifatı birer birer göstermek lâzım gelirse aslından çok büyük bir yekûn teşkil edecekdir. Buna Kur'an Tercümesi demek için ne kadar cür'et lâzımdır.” Belki de TBMM’nin Kur’an’ın doğru bir tercümesinin yapılması yönündeki çabası da bu kötü tercümelerle alâkalıdır. Nitekim, bu husus Kur’an tercümesi/tefsiri ve Buharî tercümesi kararının alındığı 25 Şubat 1925 tarihli oturumda Büyük Millet Meclisi’nde de dile getirilmiştir. Diyanet adına müzakereleri takip eden ve o zaman Müşavere Heyeti azası olan Ahmet Hamdi Akseki’ye hatalı tercümeler konusunda Reisliğin ne gibi tedbirler aldığı sorulmuş ve o da bu hataların kasıtlı yapılıp yapılmadığının tesbitinin mümkün olmadığını, ancak incelemeler sonucu bazı âyetlerin tamamen tersine mânalandırıldığını gördüklerini, yani kesin olarak tahrifat yapıldığı sonucuna vardıklarını ifade etmiştir. Bu makale üzerine arayan @EzanPlatformu @AdaletPlatformu Ezan yasağı zulmünün 90. Yılı 30 Ocak Pazar günü İstanbul Fatih Camii'nde öğle namazı öncesi saat:13'de basın aciklamasina davet etti İstanbul'da olsaydım kesinlikle katılırdım. Dua selâm
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.