Asiye Türkan
Köşe Yazarı
Asiye Türkan
 

MÜSLÜMANCILIK OYUNU MU OYUNUYORUZ!

MÜSLÜMANCILIK OYUNU MU OYUNUYORUZ! Sen baba, ben de anne, Ayşe de kızımız olsun. Fatma sen de komşumuz, Ahmet de senin kocan olsun. İki ayrı ev, derme çatma eşyalar, evin düzenlenmesi, odaların ayarlanması, yemek yapmalar, çay kahve hazırlamalar, misafir planları ve oyun başlar... Hayatın oyun ve eğlenceden ibaret olduğu vahyin de konusudur. Çocukluğumuzun tatlı hatıraları bu demle başlar. Anne babalarımızdan ne gördüysek uygulamaya hazırız. Anne ev işlerinde, mutfakta, ev temizliğinde, misafirlik planlarında, baba işe gitmekte, eve gelince yemekler kahveler ayağına gelmekte, televizyonun kumandasını alıp maç ya da haber başına geçmekte. Hayata hesap verme duygusu ile anlam verdiği düşünülen din mi? O da oyunun içinde. “Müslümanım” demek alışkanlık oldu. Zira Müslümanlık mirasyedilik şeklinde bir kazanımdı. Allah’ın kitabı pek okunmasa da alışkanlık haline gelenler, büyüklerden duyulanlar, hocaların söylemleri din haline geldi. Geçmişte cinsiyetlerine biçilen rollere razı olarak kızlar evde çalışmaya, anne olmaya, erkekler de dışarda iş hayatında yer etmeye itmekteydi. Lakin annelerimiz kendilerinin kaşık düşmanı olarak görüldüğünü, yaptıklarının ancak yapmadıkları zaman hissedildiğini, değerinin anlaşılmadığını düşününce kız evlatlarını işe, kariyere odaklayarak yetiştirdi. Onlar olmasa da global köyleşen dünya bunu toplumsal cinsiyet eşitliği diyerek kafalara zaten yerleştirecekti. İş ve paraya odaklanarak büyüyen bizim nesil okudu, iş hayatına atıldı. Ekonomik gücü olan güçlü kadın oldu, evlenmeyi de ertelemedi. Lakin iş hayatında eşleri ile beraber çalışınca ev hayatındaki işlerini aksattı. Annelik rolünü tam yapamadı. Eşinden beklediği anlayışı göremeyince bir ya da iki çocuktan fazlasına cesaret edemedi. Evine ekonomik katkısı kabul edilen, her maaşına el konulan kadının evde de dört dörtlük kadınlık yapması da istendi. Evde huzuru yakalayamayan, parasını harcayamayan kadın daha fazla çekemeyeceğini anlayınca da ayrılığı tercih etti. Lakin ortada evlatları kaldı. Ezilen, hayata kırgın başlayan, bizim gibi evcilik oyunu oynayamayan, anne baba hayalleri kuramayan, oyun oynamadan hayatın içine giren, büyük travmalar yaşayan yavrular oluştu. Hele de okullarda sadece imtihanda not başarısı endeksiyle verdikleri yalan yanlış bilgilerle büyümeleriyle durum daha da vahim oldu. İnsanlara güveni olmayan, şüpheci, mütemadiyen eleştiren, sorgularken sınırı olmayan, acıları küçükken yaşadığından dolayı acıma duygusunu yitiren, Allah ile arası kopuk deist bir gençlik oluştu. İsmini vermek istemeyen bir genç geçen gün beni aradı. Telefonumu bir tanıdığı arkadaşının verdiğini söyleyerek çaresizliğini bir çırpıda tek tek döktü. Bu genç benim hayatımda ne ilk ne de son olacaktı. Bir yandan içindeki sesi bastıramayan, duyan, bir yaratıcının varlığını hisseden, O’na karşı sorumlu olduğunu düşünen, diğer yandan da her şeye boş vermişlik içinde isyan bayrağını çeken bir gençlik vardı. Sanki anne babaların durumları farklı mıydı? Egoistliğin zirveye çıktığı, narsis ruhların çoğaldığı, insanlığın dibe vurduğu, sanalın reel ortamın yerine aldığı bir zaman diliminde hayata anlam katan ne olabilirdi ki? Acaba insan bu dünyaya çile çekmeye mi gelmişti? Halbuki hayatta her şey bulaşıcıydı. Hastalıkların bulaşma ihtimali ile duyguların bulaşma ihtimali arasında pek fark yoktu. Korkaklık da cesurluk da, mutluluk da mutsuzluk da bulaşıcıydı. Ve bizlere daha çok korkaklık ve mutsuzluk bulaştı. Zira korkularımız ile yüzleşecek kadar cesur olamadık. Çaresizliğimizi dile getirerek ağlamaya mahkum olduk. Kendimizi yanlış bilgilere kurban ettik. Müslümancılık oynayarak Allah’ı kandıracağımızı sandık. Ves-selam Asiye Türkan
Ekleme Tarihi: 10 Kasım 2021 - Çarşamba

MÜSLÜMANCILIK OYUNU MU OYUNUYORUZ!

MÜSLÜMANCILIK OYUNU MU OYUNUYORUZ! Sen baba, ben de anne, Ayşe de kızımız olsun. Fatma sen de komşumuz, Ahmet de senin kocan olsun. İki ayrı ev, derme çatma eşyalar, evin düzenlenmesi, odaların ayarlanması, yemek yapmalar, çay kahve hazırlamalar, misafir planları ve oyun başlar... Hayatın oyun ve eğlenceden ibaret olduğu vahyin de konusudur. Çocukluğumuzun tatlı hatıraları bu demle başlar. Anne babalarımızdan ne gördüysek uygulamaya hazırız. Anne ev işlerinde, mutfakta, ev temizliğinde, misafirlik planlarında, baba işe gitmekte, eve gelince yemekler kahveler ayağına gelmekte, televizyonun kumandasını alıp maç ya da haber başına geçmekte. Hayata hesap verme duygusu ile anlam verdiği düşünülen din mi? O da oyunun içinde. “Müslümanım” demek alışkanlık oldu. Zira Müslümanlık mirasyedilik şeklinde bir kazanımdı. Allah’ın kitabı pek okunmasa da alışkanlık haline gelenler, büyüklerden duyulanlar, hocaların söylemleri din haline geldi. Geçmişte cinsiyetlerine biçilen rollere razı olarak kızlar evde çalışmaya, anne olmaya, erkekler de dışarda iş hayatında yer etmeye itmekteydi. Lakin annelerimiz kendilerinin kaşık düşmanı olarak görüldüğünü, yaptıklarının ancak yapmadıkları zaman hissedildiğini, değerinin anlaşılmadığını düşününce kız evlatlarını işe, kariyere odaklayarak yetiştirdi. Onlar olmasa da global köyleşen dünya bunu toplumsal cinsiyet eşitliği diyerek kafalara zaten yerleştirecekti. İş ve paraya odaklanarak büyüyen bizim nesil okudu, iş hayatına atıldı. Ekonomik gücü olan güçlü kadın oldu, evlenmeyi de ertelemedi. Lakin iş hayatında eşleri ile beraber çalışınca ev hayatındaki işlerini aksattı. Annelik rolünü tam yapamadı. Eşinden beklediği anlayışı göremeyince bir ya da iki çocuktan fazlasına cesaret edemedi. Evine ekonomik katkısı kabul edilen, her maaşına el konulan kadının evde de dört dörtlük kadınlık yapması da istendi. Evde huzuru yakalayamayan, parasını harcayamayan kadın daha fazla çekemeyeceğini anlayınca da ayrılığı tercih etti. Lakin ortada evlatları kaldı. Ezilen, hayata kırgın başlayan, bizim gibi evcilik oyunu oynayamayan, anne baba hayalleri kuramayan, oyun oynamadan hayatın içine giren, büyük travmalar yaşayan yavrular oluştu. Hele de okullarda sadece imtihanda not başarısı endeksiyle verdikleri yalan yanlış bilgilerle büyümeleriyle durum daha da vahim oldu. İnsanlara güveni olmayan, şüpheci, mütemadiyen eleştiren, sorgularken sınırı olmayan, acıları küçükken yaşadığından dolayı acıma duygusunu yitiren, Allah ile arası kopuk deist bir gençlik oluştu. İsmini vermek istemeyen bir genç geçen gün beni aradı. Telefonumu bir tanıdığı arkadaşının verdiğini söyleyerek çaresizliğini bir çırpıda tek tek döktü. Bu genç benim hayatımda ne ilk ne de son olacaktı. Bir yandan içindeki sesi bastıramayan, duyan, bir yaratıcının varlığını hisseden, O’na karşı sorumlu olduğunu düşünen, diğer yandan da her şeye boş vermişlik içinde isyan bayrağını çeken bir gençlik vardı. Sanki anne babaların durumları farklı mıydı? Egoistliğin zirveye çıktığı, narsis ruhların çoğaldığı, insanlığın dibe vurduğu, sanalın reel ortamın yerine aldığı bir zaman diliminde hayata anlam katan ne olabilirdi ki? Acaba insan bu dünyaya çile çekmeye mi gelmişti? Halbuki hayatta her şey bulaşıcıydı. Hastalıkların bulaşma ihtimali ile duyguların bulaşma ihtimali arasında pek fark yoktu. Korkaklık da cesurluk da, mutluluk da mutsuzluk da bulaşıcıydı. Ve bizlere daha çok korkaklık ve mutsuzluk bulaştı. Zira korkularımız ile yüzleşecek kadar cesur olamadık. Çaresizliğimizi dile getirerek ağlamaya mahkum olduk. Kendimizi yanlış bilgilere kurban ettik. Müslümancılık oynayarak Allah’ı kandıracağımızı sandık. Ves-selam Asiye Türkan
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.