Dr. Vehbi KARA
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi KARA
 

Gerçek Savaş Gazisi Bediüzzaman

  Türkiye tarihi çarpıtılarak sahte kahramanlar türetilmiştir. Özellikle Sabetaycılar tarafından yapılan ve resmi tarih adı altında gerçeklerin tersyüz edildiği büyük bir tarih faciası yaşanmıştır. Bu konuda birkaç tane fedakâr araştırmacı sayesinde gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Eğer harf devrimi yapılarak gerçek belgelerin değiştirilme ve sahteleştirilme sürecini veya Osmanlı arşivlerinin niçin hurda kağıt olarak Bulgaristan’a satıldığını merak ediyor iseniz; bu yazıda anlatılan hususları dikkatli bir şekilde okumanız gereklidir. Bu vesile ile Türkiye’nin önemli bir Televizyon kanalında yaşanan çirkin suçlamalara değinmek istiyorum. Türkiye’nin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Bediüzzaman aleyhinde konuşan ve hezeyanlar sunan konuşmacılara hiç olmaz ise “bu bilgilere nereden ulaştınız?” gibi belgeye isnad eden sorular sorulması beklenir. Zira en basit medya çalışanı dahi “kim söylemiş, kime söylemiş, ne zaman ve nerede söylemiş” gibi ayrıntılara cevap aramadan hezeyan sayılabilecek sözleri söyleyerek bu hataya düşmez. “Çamur at izi kalsın” mantığı ile hareket eden ve faşist darbeci yapıyı daima savunan ve genellikle emekli darbeci generallerin konuşmalarına temkinli yaklaşmak gerekir. Hele hele istihbarat kökenli ve dine düşmanlığı ile ön plana çıkan birisi, general ise daha da dikkat etmek gerekir. Çünkü almış oldukları eğitim; “darbeci” ve batıya körü körüne hayranlık duyan bir sistemin uzantısıdır. Bu emekli generalin iddiaları; muhtemelen tarihçi Cemal Kutay’ın mesnetsiz ve delilsiz yazdığı kitaplara dayanıyor. Kutay, aklınca Nursi’yi övmek ve belirli mahfillere şirin görünmek için “Bediüzzaman, Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi” ve “Alman denizaltıları ile İtalyanlara karşı savaşmak için Trablusgarp’a (Libya’ya) gitmişti” diye yazmıştır. Hâlbuki bahsedilen tarihlerde Bediüzzaman’ın orada olmadığı ispat edilmiştir. Bu ve benzeri gerçek dışı iddialarından dolayı Kutay, alay konusu olmuş ve kınanmıştır. Eğer bunun gibi uçuk kaçık iddialara karşı “deliliniz nedir?” gibi basit bir soruyu soramayacak kadar aciz bir sunucu ve program yöneticisi var ise bu durum orada çalışan bütün televizyon kanalı görevlileri töhmet altında bırakacaktır. Ayrıca benim gibi insanlar nazarında “önyargılı” ve “kalitesiz” bir televizyon kanalı, damgası vurmaya sebeptir. Bediüzzaman Said Nursi, 1960 yılında vefat etmiştir. Ardında Türkiye’de ve dünyada çok ses getiren dini ve imani eserler bırakmıştır. Bu zat aleyhinde konuşulduğu vakit; cevap verecek çok sayıda hayranı vardır. İşte bu maksatla hakkında yapılan iftiralardan sadece bir tanesine karşı bir cevap niteliğinde aşağıdaki makale yazılmıştır. Nursi, sadece Türkiye’de değil bütün dünya üzerinde en değerli Kuran tefsiri yazan İslam âlimlerinin başında gelmektedir. “İşaratül İcaz” isimli Kuran tefsiri, 1. Dünya Savaşı esnasında cephe hattında yazılmış nadide bir eserdir. Bu eseri okuyan insanlar; hayranlıklarını ifade eden birçok yazıyı kaleme almışlardır. Diğer eserleri de çoğunlukla iman esasları üzerine yazılmıştır. Risale-i Nur eserleri adı altında neşredilen bu kitaplar; Kuran ayetleri ve hadisi şerifler ile zenginleştirilmiş muhteşem bir muhtevaya sahiptir. Sözler, Mektubat, Lemalar ve Şualar isimli kitapları en önemlilerinden olup Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından önemli bir kısmı basılarak neşredilmiştir. Yazılarımda elimden geldiğince bu eserlere yer vermekle birlikte yukarıda bahsettiğin ciddiyetsizlik nedeniyle; neredeyse hiç değinilmemiş bir konuya yer vermek zarureti doğmuştur. Bu husus; Bediüzzaman Said Nursi’nin Gönüllü Alay komutanı olarak savaşlara iştirak etmesi ve başarılarından dolayı şeref madalyası sahibi olmasıdır. Kendisi çok mütevazı olduğundan savaş başarılarından bahsedilmesini istemezdi. “Ben kendimi beğenmiyorum beni beğenenleri dahi beğenmiyorum” diyerek şahsını nazara alan övgülerden hiç hoşlanmadığını, gayet iyi biliyoruz. Fakat bu durum, tarihçilerin kendisi hakkında yazılar yazmasına mani değildir. Özellikle Genelkurmay Başkanlığının askeri arşivlerinde Nursi hakkında çok sayıda belge mevcuttur. Bu belgelerin çok az bir kısmı neşredilmiş okuyucuların bilgisine sunulmuştur. Tarihçe-i Hayat isimli kitabının giriş kısmında şu bilgiler yer almaktadır: “Birinci Harb-i Umuminin patlamasıyla, Erzurum’un Pasinler’in dağlarına ve derelerine düştük. O kıyametlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça, kalbime gelenleri… yazıyordum” Ruslar, Van ve Muş tarafını istila edip, üç fırka ile Bitlis’e hücum ettiği sırada Bitlis Valisi Memduh Bey ile Komutan Ali Çetinkaya, Bediüzzaman’a : “Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllünüz var; geri çekilmeye mecburuz” demiştir. Bediüzzaman ise “Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları çoluk çocuk ve çocukları düşman eline düşecek; biz mahvoluncaya kadar dört beş gün mukavemete mecburuz” diyerek savaşmıştır. Bediüzzaman, 300 gönüllü ile geceleyin Nurşin tarafına, düşman eline geçme ihtimali bulunan topları kurtarmaya gitmiştir. Bediüzzaman’ın kumanda ettiği askerler, bütün topları kurtararak Bitlis’e getirir ve burada Ruslara büyük kayıp verdirir. Ruslar, savaşta buradan daha ileriye geçememişlerdir. Savaş esnasında cephede Bediüzzaman, askerlere cesaret vermek için siperlere girmeyerek avcı hattında dolaşırdı. Dört mermi yarası almasına rağmen askerlerin cesareti kırılmasın diye geri çekilmezdi. Diğer komutanlar; Aman geri çekilsin diye uyardığı halde “Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek” diyerek şehit olma arzusu ile savaşmaya devam etmiştir. Bitlis’te savaşırken düşmanın üç siper hattını geçerek ilerlemeye muvaffak olmuştur. Fakat ağır bir şekilde yaralanmış hatta ayağı da kırılmıştır. Bu halde 33 saat kendisini gizleyebilmiş ise de sonunda Ruslara esir düşmüştür. İki yıl esarette kaldıktan sonra Bolşevik İhtilalinden yararlanarak esir kampından kaçmaya muvaffak olmuştur. Varşova ve Sofya üzerinden İstanbul’a gelmiş ve cesaretinden ve kahramanlıklarından dolayı savaş madalyası ile taltif edilmiştir. Daha sonra Darül Hikmetül İslamiye’de ordu temsilcisi olarak görevlendirilmiştir. Milli mücadele yıllarında İngilizler’e karşı mücadelesinden dolayı Ankara’ya davet edilmiş buraya gelince merasimle karşılanmıştır. Bütün bu çalışmaları Meclis ve devlet kayıtlarında mevcut olup araştırmacıların dikkatini çekmeyi beklemektedir. Fakat ne yazık ki birçok dindar insan gibi Bediüzzaman da üniversitelerin ve askerlerin hışmına uğramıştır. Aleyhinde olacak her şeyi yazmayı marifet sayan tarihçiler; ne gariptir ki onun kahramanlığından bir kerecik olsa dahi bahsetmemişlerdir. Bu nedenle yazdığım bu makaleyi lütfen uzun diye suçlamayın. Yazmak istediğim o kadar çok yönü var ki şimdilik bu kadarı ile yetinmek zorunda kaldım, vesselam…
Ekleme Tarihi: 13 Ocak 2024 - Cumartesi

Gerçek Savaş Gazisi Bediüzzaman

 

Türkiye tarihi çarpıtılarak sahte kahramanlar türetilmiştir. Özellikle Sabetaycılar tarafından yapılan ve resmi tarih adı altında gerçeklerin tersyüz edildiği büyük bir tarih faciası yaşanmıştır. Bu konuda birkaç tane fedakâr araştırmacı sayesinde gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.
Eğer harf devrimi yapılarak gerçek belgelerin değiştirilme ve sahteleştirilme sürecini veya Osmanlı arşivlerinin niçin hurda kağıt olarak Bulgaristan’a satıldığını merak ediyor iseniz; bu yazıda anlatılan hususları dikkatli bir şekilde okumanız gereklidir.
Bu vesile ile Türkiye’nin önemli bir Televizyon kanalında yaşanan çirkin suçlamalara değinmek istiyorum. Türkiye’nin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Bediüzzaman aleyhinde konuşan ve hezeyanlar sunan konuşmacılara hiç olmaz ise “bu bilgilere nereden ulaştınız?” gibi belgeye isnad eden sorular sorulması beklenir. Zira en basit medya çalışanı dahi “kim söylemiş, kime söylemiş, ne zaman ve nerede söylemiş” gibi ayrıntılara cevap aramadan hezeyan sayılabilecek sözleri söyleyerek bu hataya düşmez.
“Çamur at izi kalsın” mantığı ile hareket eden ve faşist darbeci yapıyı daima savunan ve genellikle emekli darbeci generallerin konuşmalarına temkinli yaklaşmak gerekir. Hele hele istihbarat kökenli ve dine düşmanlığı ile ön plana çıkan birisi, general ise daha da dikkat etmek gerekir. Çünkü almış oldukları eğitim; “darbeci” ve batıya körü körüne hayranlık duyan bir sistemin uzantısıdır.
Bu emekli generalin iddiaları; muhtemelen tarihçi Cemal Kutay’ın mesnetsiz ve delilsiz yazdığı kitaplara dayanıyor. Kutay, aklınca Nursi’yi övmek ve belirli mahfillere şirin görünmek için “Bediüzzaman, Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi” ve “Alman denizaltıları ile İtalyanlara karşı savaşmak için Trablusgarp’a (Libya’ya) gitmişti” diye yazmıştır. Hâlbuki bahsedilen tarihlerde Bediüzzaman’ın orada olmadığı ispat edilmiştir. Bu ve benzeri gerçek dışı iddialarından dolayı Kutay, alay konusu olmuş ve kınanmıştır.
Eğer bunun gibi uçuk kaçık iddialara karşı “deliliniz nedir?” gibi basit bir soruyu soramayacak kadar aciz bir sunucu ve program yöneticisi var ise bu durum orada çalışan bütün televizyon kanalı görevlileri töhmet altında bırakacaktır. Ayrıca benim gibi insanlar nazarında “önyargılı” ve “kalitesiz” bir televizyon kanalı, damgası vurmaya sebeptir.
Bediüzzaman Said Nursi, 1960 yılında vefat etmiştir. Ardında Türkiye’de ve dünyada çok ses getiren dini ve imani eserler bırakmıştır. Bu zat aleyhinde konuşulduğu vakit; cevap verecek çok sayıda hayranı vardır. İşte bu maksatla hakkında yapılan iftiralardan sadece bir tanesine karşı bir cevap niteliğinde aşağıdaki makale yazılmıştır.
Nursi, sadece Türkiye’de değil bütün dünya üzerinde en değerli Kuran tefsiri yazan İslam âlimlerinin başında gelmektedir. “İşaratül İcaz” isimli Kuran tefsiri, 1. Dünya Savaşı esnasında cephe hattında yazılmış nadide bir eserdir. Bu eseri okuyan insanlar; hayranlıklarını ifade eden birçok yazıyı kaleme almışlardır.
Diğer eserleri de çoğunlukla iman esasları üzerine yazılmıştır. Risale-i Nur eserleri adı altında neşredilen bu kitaplar; Kuran ayetleri ve hadisi şerifler ile zenginleştirilmiş muhteşem bir muhtevaya sahiptir. Sözler, Mektubat, Lemalar ve Şualar isimli kitapları en önemlilerinden olup Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından önemli bir kısmı basılarak neşredilmiştir.
Yazılarımda elimden geldiğince bu eserlere yer vermekle birlikte yukarıda bahsettiğin ciddiyetsizlik nedeniyle; neredeyse hiç değinilmemiş bir konuya yer vermek zarureti doğmuştur. Bu husus; Bediüzzaman Said Nursi’nin Gönüllü Alay komutanı olarak savaşlara iştirak etmesi ve başarılarından dolayı şeref madalyası sahibi olmasıdır.
Kendisi çok mütevazı olduğundan savaş başarılarından bahsedilmesini istemezdi. “Ben kendimi beğenmiyorum beni beğenenleri dahi beğenmiyorum” diyerek şahsını nazara alan övgülerden hiç hoşlanmadığını, gayet iyi biliyoruz.
Fakat bu durum, tarihçilerin kendisi hakkında yazılar yazmasına mani değildir. Özellikle Genelkurmay Başkanlığının askeri arşivlerinde Nursi hakkında çok sayıda belge mevcuttur. Bu belgelerin çok az bir kısmı neşredilmiş okuyucuların bilgisine sunulmuştur.
Tarihçe-i Hayat isimli kitabının giriş kısmında şu bilgiler yer almaktadır:
“Birinci Harb-i Umuminin patlamasıyla, Erzurum’un Pasinler’in dağlarına ve derelerine düştük. O kıyametlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça, kalbime gelenleri… yazıyordum”
Ruslar, Van ve Muş tarafını istila edip, üç fırka ile Bitlis’e hücum ettiği sırada Bitlis Valisi Memduh Bey ile Komutan Ali Çetinkaya, Bediüzzaman’a : “Elimizde bir tabur asker ve iki bin kadar gönüllünüz var; geri çekilmeye mecburuz” demiştir. Bediüzzaman ise “Etraftan kaçıp gelen ahalinin ve hem de Bitlis halkının malları çoluk çocuk ve çocukları düşman eline düşecek; biz mahvoluncaya kadar dört beş gün mukavemete mecburuz” diyerek savaşmıştır.
Bediüzzaman, 300 gönüllü ile geceleyin Nurşin tarafına, düşman eline geçme ihtimali bulunan topları kurtarmaya gitmiştir. Bediüzzaman’ın kumanda ettiği askerler, bütün topları kurtararak Bitlis’e getirir ve burada Ruslara büyük kayıp verdirir. Ruslar, savaşta buradan daha ileriye geçememişlerdir.
Savaş esnasında cephede Bediüzzaman, askerlere cesaret vermek için siperlere girmeyerek avcı hattında dolaşırdı. Dört mermi yarası almasına rağmen askerlerin cesareti kırılmasın diye geri çekilmezdi. Diğer komutanlar; Aman geri çekilsin diye uyardığı halde “Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek” diyerek şehit olma arzusu ile savaşmaya devam etmiştir.
Bitlis’te savaşırken düşmanın üç siper hattını geçerek ilerlemeye muvaffak olmuştur. Fakat ağır bir şekilde yaralanmış hatta ayağı da kırılmıştır. Bu halde 33 saat kendisini gizleyebilmiş ise de sonunda Ruslara esir düşmüştür.
İki yıl esarette kaldıktan sonra Bolşevik İhtilalinden yararlanarak esir kampından kaçmaya muvaffak olmuştur. Varşova ve Sofya üzerinden İstanbul’a gelmiş ve cesaretinden ve kahramanlıklarından dolayı savaş madalyası ile taltif edilmiştir.
Daha sonra Darül Hikmetül İslamiye’de ordu temsilcisi olarak görevlendirilmiştir. Milli mücadele yıllarında İngilizler’e karşı mücadelesinden dolayı Ankara’ya davet edilmiş buraya gelince merasimle karşılanmıştır.
Bütün bu çalışmaları Meclis ve devlet kayıtlarında mevcut olup araştırmacıların dikkatini çekmeyi beklemektedir. Fakat ne yazık ki birçok dindar insan gibi Bediüzzaman da üniversitelerin ve askerlerin hışmına uğramıştır. Aleyhinde olacak her şeyi yazmayı marifet sayan tarihçiler; ne gariptir ki onun kahramanlığından bir kerecik olsa dahi bahsetmemişlerdir.
Bu nedenle yazdığım bu makaleyi lütfen uzun diye suçlamayın. Yazmak istediğim o kadar çok yönü var ki şimdilik bu kadarı ile yetinmek zorunda kaldım, vesselam…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.