KÂBE’NİN ŞUBESİ OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
                                KÂBE’NİN ŞUBESİ OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
	
Ekim ayının ilk haftası camiler ve din görevlileri haftası olarak kutlanmaktadır. Buradaki amaç, gittikçe seküler hale gelen toplumu inanç konusunda duyarlı hale getirmek ve de camiye olan ilgiyi artırmak olarak özetlenebilir. 
Bunun yanında din görevlilerine de itibar ve prestij olarak destek sağlayarak onları motive etmek amaçlanmaktadır.
	
Asrı saadette ve daha sonraki dönemlerde hatta cumhuriyete kadar Kâbe’nin bir şubesi olan camiler çok önemli misyonlar yüklenmişlerdi. 
Geçmişte bu yerler sosyalleşmenin, istişarenin, yardımlaşma ve dayanışmanın merkezi hükmündeymişler. Derdi, sorunu, sıkıntısı ve çaresizliği olanlar buralarda kendilerini huzur içinde ve güvende hissederek mutlu olurlarmış. 
Yerleşim olarak da mahalleler, cami merkez olmak üzere onun çevresinde halka olarak konumlanırdı. Böylece hayatın ve yaşamın merkezi olarak camiler sulh, bunun yanında sığınılacak bir liman olma hükmündeydi. 
Cami müştemilatında bulunan; medrese, aşevi, konuk evi, hazire, şadırvan, morg, gasilhane, selamlık, haremlik, tuvalet, hamam, arasta, lojman ve vakfı ile toplanma merkezi konumundaydı. 
Cami, “Cem” kökünden geldiği için bunun da toplanma bir araya gelme manasında olduğu göz önüne alındığında İslam’da mescitlerin önemi daha iyi anlaşılmış olacaktır.
	
Günümüzde ise, geçmişteki bütün misyonlarını kaybederek sadece namaz kılınan mekânlar görünümündedir. Böyle olunca da toplumun ihtiyacı olan sosyal dayanışma ve yardımlaşma ortadan kalkmış bulunmaktadır. 
Bunun yanında çağımızın getirmiş olduğu küreselleşme ile de dine olan bağımlılık erozyona uğrayarak önemli oranda aşınmıştır. Kâğıt üzerinde  99’u Müslüman olan toplumda müminlerin sayısı   10’u geçmemektedir. 
Merkezi camiler belli vakitlerde dolup taşsa da nüfus ile orantısına baktığımızda devede kulak mertebesindedir. 
Bu cemaat, gelip-geçici olduğu için de aidiyet duygusu oluşmadığından ortaya çıkan durum kimseyi memnun etmemektedir. 
Hele mahalle camilerinin durumu içler acısıdır, beş vakit cami ve cemaate devam edenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir. 
Bu vakitlerde gençlere rastlamak ise mümkün değildir. Cuma günleri dolup-taşan camiler diğer günlerde boynu bükük ve mahzundurlar. Din ile devler işlerini birbirinden ayıralım derken öyle gözüküyor ki bu durumu yanlış anlayıp dini tamamen devre dışı bırakmışız. 
İnanç, Allah ile kul arasındaki çok özel münasebet olsa da topluma yansımaları açısından geneldir. 
Hayatında Kur’an ve sünnete yer vermeyen bir toplum zaman içerisinde özünü kaybederek düşündüğü gibi yaşamaya başlayacaktır ki bu da sonun başlangıcı demektir.
Sonuç olarak; Kâbe’nin bir şubesi olmak hem kutsal hem de büyük bir sorumluluktur. Bunun altında ezilmemek adına din görevlilerine görev düşse de asıl görev topluma düşmektedir. 
İnançsızlıkla abad olmuş bir toplum olmadığına göre birey olarak nefis muhasebesi yapıp kendimize çeki-düzen vermekle işe başlayabiliriz. Gerisi zaten kendiliğinden düzelecektir.
Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın                           
                            
                        
                                    Ekleme
                                    Tarihi: 04 Ekim 2021 -Pazartesi                                
                                                                                    KÂBE’NİN ŞUBESİ OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
                                                                    
                                    KÂBE’NİN ŞUBESİ OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
	
Ekim ayının ilk haftası camiler ve din görevlileri haftası olarak kutlanmaktadır. Buradaki amaç, gittikçe seküler hale gelen toplumu inanç konusunda duyarlı hale getirmek ve de camiye olan ilgiyi artırmak olarak özetlenebilir. 
Bunun yanında din görevlilerine de itibar ve prestij olarak destek sağlayarak onları motive etmek amaçlanmaktadır.
	
Asrı saadette ve daha sonraki dönemlerde hatta cumhuriyete kadar Kâbe’nin bir şubesi olan camiler çok önemli misyonlar yüklenmişlerdi. 
Geçmişte bu yerler sosyalleşmenin, istişarenin, yardımlaşma ve dayanışmanın merkezi hükmündeymişler. Derdi, sorunu, sıkıntısı ve çaresizliği olanlar buralarda kendilerini huzur içinde ve güvende hissederek mutlu olurlarmış. 
Yerleşim olarak da mahalleler, cami merkez olmak üzere onun çevresinde halka olarak konumlanırdı. Böylece hayatın ve yaşamın merkezi olarak camiler sulh, bunun yanında sığınılacak bir liman olma hükmündeydi. 
Cami müştemilatında bulunan; medrese, aşevi, konuk evi, hazire, şadırvan, morg, gasilhane, selamlık, haremlik, tuvalet, hamam, arasta, lojman ve vakfı ile toplanma merkezi konumundaydı. 
Cami, “Cem” kökünden geldiği için bunun da toplanma bir araya gelme manasında olduğu göz önüne alındığında İslam’da mescitlerin önemi daha iyi anlaşılmış olacaktır.
	
Günümüzde ise, geçmişteki bütün misyonlarını kaybederek sadece namaz kılınan mekânlar görünümündedir. Böyle olunca da toplumun ihtiyacı olan sosyal dayanışma ve yardımlaşma ortadan kalkmış bulunmaktadır. 
Bunun yanında çağımızın getirmiş olduğu küreselleşme ile de dine olan bağımlılık erozyona uğrayarak önemli oranda aşınmıştır. Kâğıt üzerinde  99’u Müslüman olan toplumda müminlerin sayısı   10’u geçmemektedir. 
Merkezi camiler belli vakitlerde dolup taşsa da nüfus ile orantısına baktığımızda devede kulak mertebesindedir. 
Bu cemaat, gelip-geçici olduğu için de aidiyet duygusu oluşmadığından ortaya çıkan durum kimseyi memnun etmemektedir. 
Hele mahalle camilerinin durumu içler acısıdır, beş vakit cami ve cemaate devam edenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir. 
Bu vakitlerde gençlere rastlamak ise mümkün değildir. Cuma günleri dolup-taşan camiler diğer günlerde boynu bükük ve mahzundurlar. Din ile devler işlerini birbirinden ayıralım derken öyle gözüküyor ki bu durumu yanlış anlayıp dini tamamen devre dışı bırakmışız. 
İnanç, Allah ile kul arasındaki çok özel münasebet olsa da topluma yansımaları açısından geneldir. 
Hayatında Kur’an ve sünnete yer vermeyen bir toplum zaman içerisinde özünü kaybederek düşündüğü gibi yaşamaya başlayacaktır ki bu da sonun başlangıcı demektir.
Sonuç olarak; Kâbe’nin bir şubesi olmak hem kutsal hem de büyük bir sorumluluktur. Bunun altında ezilmemek adına din görevlilerine görev düşse de asıl görev topluma düşmektedir. 
İnançsızlıkla abad olmuş bir toplum olmadığına göre birey olarak nefis muhasebesi yapıp kendimize çeki-düzen vermekle işe başlayabiliriz. Gerisi zaten kendiliğinden düzelecektir.
Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın                                                                
                                                        
                                                
                                                    Yazıya ifade bırak !
                                                    
                                                    
                                        
                                                    
                                                    
                                                                                                                    Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
                                                                                
                                                    
                                                
                                            
                                             Okuyucu Yorumları
                                                                                            (0)
                                                                                    
                                    Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.



