Mehmet Nuri BİNGÖL
Köşe Yazarı
Mehmet Nuri BİNGÖL
 

ŞAM” KUDÜS’TEN BAŞLARSA

“ŞAM” KUDÜS’TEN BAŞLARSA “Zat-ı Nurani”nin üç vazifeyi birden -bir şekilde- ifa ettiği devirde bilinmese de onun vefatından sonra anlaşılabilir bu. Hadislerde durum daha aşikar şekilde geçmesine rağmen Mevdudi'nin bu izahı hürmete değer. Şam’da Üstad’ın ardında Hz. İsa’nın (as) –gaybi şekilde- bu ne demekse?- namaza durduğunu, hatta bir dostun “Şams’a Şam, çamsa çam” diyerek “mugalata” yapmasına rağmen, “zann”larına hürmet edipmanlayışla karşılamak lazım. Sebebini nakletmiyorum, birilerini kırmak istemiyorum çünkü. ..  Ve dediklerinin hak olmasını temenni ve dua da ediyorum, –işin içinde O’na talebe olma fazileti var ya- ; ama Nur risalelerinin külliyatında konuyla alakalı bir kısmı “mütevatir” ya da “müteşabih” olmasına imkan ve ihtimalin olmadığı hadislerden o temennimin haklı olmadığını çıkmayacağını belirten şu ihbari nassı unutmadan edemiyorum: “ Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.” Burada da görüldüğü ve – bazı dostların kabul ettiği gibi- “Süfyan”ın karşısına, yani hakiki şahsiyeti olan “ilke”lerini “ıslah” edecek olan Zat sadece birinci vazife olan iman hizmetini yapan “Müceddid” değil, “Üç vazifeyle muvazzaf” ve “üçünü aynı anda yapan” (E.L) ama kendisinden önceki “bir taifenin yapacağı hizmete dayanarak”, o hizmetin tesanüt ettiği eseri “hazır bir program” (Kastamonu Lahikası) olarak yapacak Mehdi-i Ahir-zaman’ (RA)dır. “O gelecek zâtın ismini vermek, üç vazifesi birden hatıra geliyor, yanlış olur. Hem hiçbir şey’e âlet olmayan Nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-ı mü’minîn nazarında hakikatların kuvveti bir derece noksanlaşır, yakîniyet-i bürhaniye dahi kazâyâ-yı makbûledeki zann-ı galibe inkılâb eder, daha muannid dalâlete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i îmanda görünmemeye başlar; ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki müceddittir, onun pişdarıdır, denilebilir.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s:11) “Ahirzaman’da Mekke’deki imam vefat edince ihtilaf baş gösterir, fitneler zuhur etmeye başlayınca ehl-i hal vel-akd istişare ederler. O sırada –vazifesinden bihaber- Mehdi Medine’den Mekke’ye gelir. Makam-ı İbrahim’de ibadet ederken “ehl-i hal ve’l-akd” –imam seçmeye selahiyetli kimseler- gelip ona biat etmek isterler. O kabul etmek istemez- Yani imamlık vazifesini istemez.- O kadar şiddetle itiraz eder ki ancak onu tehditle razı ederler.” bilmana hadisi , “Şam” tabiri gibi tevilata açık olmayan bir Hadis-i Şerif’tir. Şam kelimesinin geçtiği hadis Malumdur: “Hz. İsa (as) – bir veli ve Ümmet-i Muhammed’ten (asm) olarak Şam’daki ak minareye iner ve oradaki beyaz minareli bu mescitte Mehdi’ye dahil olur. Sabah namazı kılınmak üzeredir. Mehdi Hz. İsa’yı imamet makamına davet eder. Hz. İsa: “Sizin imamınız sizdendir.” diyerek Mehdi’ye sabah namazında ittiba eder.” (Hadis) “Şam” kelimesinin manası şu: Akşam. Akşam yemeği. “Şe’m, şâm” Arapçada “sol” mânâsına gelir. “Yemen” sağ demek olduğundan Hicaz’a nisbetle sol taraftaki memleketlere Şam, sağ tarafdaki beldeye de Yemen ismi verilmiştir. Suriye ve Lübnan memleketlerine de Şam denilmiştir. Bugün Şam adı verilen şehrin asıl adı Dımışk'tır! Nuh’un (A.S.) oğullarından “Şam”ın nesli tarafından bu memleket mâmur edildiği için Şam denildiğini söyleyenler de vardır. (Kamus, http://www.osmanlicaturkce.com) İmam Kurtubi bu manalardan “en muhtevalısından” hareketle Hz. İsa (as)ın sabah namazında Hz. Mehdi (RA)a tabi olduğu mekanın Kudüs olabileceğini der. Çünkü Kudüs de Şam bölgesinin içindedir. Hem de –İslami açıdan- “DIMIŞK”tan ‘bugünkü Şam’dan- daha mübarek bir yerdir. Hadis’in hükmüyle sevap kazanmak için gidilebilecek üç mescitten biri oradadır. Diğer ikisi malum: Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi. Miraç’ta Resulullah (asm) bütün Nebi ve Resullere orada imamlık yapmıştır. Bütün müminlerin hasret çektikleri Kudüs şehri oradadır. Pek çok nebi’nin vazife mahalli orasıdır. Müslümanlıktan başka bir şey olmayan Hz. Musa (as)ın hakiki ve muharref olmayan Musaviliğe vaad edilen arz parçasının merkezidir aynı zamanda. Meseleye niçin başlamıştık? “Mehdi gelince bizi vazife başında görsün.” düsturuyla “vazifesinin sadece hizmet” olduğunu diyen bir Üstad’ın salikleriyiz de ondan. “Arife bir işaret yeter” Arap atasözüyle meseleye nihayet vermek en münasibi. Mesele zaten Risale-i Nur’larda -ama tam ve sünnet ölçüsüyle anlamak kaydıyla,- tavzih edilmiştir; fazla söze ne hacet. “Ebu Naim, İbni Mes’ud’dan tahric etti, O dedi, Resulüllah (s.a.v.) buyurdu: Dünyadan bir gece bile kalsa, Allah o geceyi uzatır ve Ehli Beytim’den birisi gelerek dünyaya hakim olurdu. Onun adı adıma, babasının adı babamın adına uyar. Daha önce yeryüzü nasıl zulümle doluysa, O, onu adaletle doldurur. Malı seviye üzere taksim eder ve Allah bu ümmetin kalblerinde gına verir. Yedi veya dokuz sene kalır. Mehdi’den sonra, (Hz. İsa (a.s.)’ın kırk senelik devrinden sonra) artık hayat yaşamakta, bir hayır yoktur.” (İmam Suyuti’nin Tasnifiyle Mahdi Hadisleri, shf: 7) Hadisiyle meseleyi –şimdilik- noktalayalım. (Bana sorarsanız, dünya tabirinden kasıt İslam Alemi’dir.) Eğer Hz. İsa -manen- Üstad’a namazda uyduysa 40 yıl geçeli çok oluyor değil mi dostlar?! ( Ramazan ayındaki ibadetlerinizin mebrur olması temennisiyle...) Mehmet Nuri  BİNGÖL  Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.
Ekleme Tarihi: 15 Nisan 2021 - Perşembe

ŞAM” KUDÜS’TEN BAŞLARSA

“ŞAM” KUDÜS’TEN BAŞLARSA “Zat-ı Nurani”nin üç vazifeyi birden -bir şekilde- ifa ettiği devirde bilinmese de onun vefatından sonra anlaşılabilir bu. Hadislerde durum daha aşikar şekilde geçmesine rağmen Mevdudi'nin bu izahı hürmete değer. Şam’da Üstad’ın ardında Hz. İsa’nın (as) –gaybi şekilde- bu ne demekse?- namaza durduğunu, hatta bir dostun “Şams’a Şam, çamsa çam” diyerek “mugalata” yapmasına rağmen, “zann”larına hürmet edipmanlayışla karşılamak lazım. Sebebini nakletmiyorum, birilerini kırmak istemiyorum çünkü. ..  Ve dediklerinin hak olmasını temenni ve dua da ediyorum, –işin içinde O’na talebe olma fazileti var ya- ; ama Nur risalelerinin külliyatında konuyla alakalı bir kısmı “mütevatir” ya da “müteşabih” olmasına imkan ve ihtimalin olmadığı hadislerden o temennimin haklı olmadığını çıkmayacağını belirten şu ihbari nassı unutmadan edemiyorum: “ Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.” Burada da görüldüğü ve – bazı dostların kabul ettiği gibi- “Süfyan”ın karşısına, yani hakiki şahsiyeti olan “ilke”lerini “ıslah” edecek olan Zat sadece birinci vazife olan iman hizmetini yapan “Müceddid” değil, “Üç vazifeyle muvazzaf” ve “üçünü aynı anda yapan” (E.L) ama kendisinden önceki “bir taifenin yapacağı hizmete dayanarak”, o hizmetin tesanüt ettiği eseri “hazır bir program” (Kastamonu Lahikası) olarak yapacak Mehdi-i Ahir-zaman’ (RA)dır. “O gelecek zâtın ismini vermek, üç vazifesi birden hatıra geliyor, yanlış olur. Hem hiçbir şey’e âlet olmayan Nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-ı mü’minîn nazarında hakikatların kuvveti bir derece noksanlaşır, yakîniyet-i bürhaniye dahi kazâyâ-yı makbûledeki zann-ı galibe inkılâb eder, daha muannid dalâlete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i îmanda görünmemeye başlar; ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki müceddittir, onun pişdarıdır, denilebilir.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s:11) “Ahirzaman’da Mekke’deki imam vefat edince ihtilaf baş gösterir, fitneler zuhur etmeye başlayınca ehl-i hal vel-akd istişare ederler. O sırada –vazifesinden bihaber- Mehdi Medine’den Mekke’ye gelir. Makam-ı İbrahim’de ibadet ederken “ehl-i hal ve’l-akd” –imam seçmeye selahiyetli kimseler- gelip ona biat etmek isterler. O kabul etmek istemez- Yani imamlık vazifesini istemez.- O kadar şiddetle itiraz eder ki ancak onu tehditle razı ederler.” bilmana hadisi , “Şam” tabiri gibi tevilata açık olmayan bir Hadis-i Şerif’tir. Şam kelimesinin geçtiği hadis Malumdur: “Hz. İsa (as) – bir veli ve Ümmet-i Muhammed’ten (asm) olarak Şam’daki ak minareye iner ve oradaki beyaz minareli bu mescitte Mehdi’ye dahil olur. Sabah namazı kılınmak üzeredir. Mehdi Hz. İsa’yı imamet makamına davet eder. Hz. İsa: “Sizin imamınız sizdendir.” diyerek Mehdi’ye sabah namazında ittiba eder.” (Hadis) “Şam” kelimesinin manası şu: Akşam. Akşam yemeği. “Şe’m, şâm” Arapçada “sol” mânâsına gelir. “Yemen” sağ demek olduğundan Hicaz’a nisbetle sol taraftaki memleketlere Şam, sağ tarafdaki beldeye de Yemen ismi verilmiştir. Suriye ve Lübnan memleketlerine de Şam denilmiştir. Bugün Şam adı verilen şehrin asıl adı Dımışk'tır! Nuh’un (A.S.) oğullarından “Şam”ın nesli tarafından bu memleket mâmur edildiği için Şam denildiğini söyleyenler de vardır. (Kamus, http://www.osmanlicaturkce.com) İmam Kurtubi bu manalardan “en muhtevalısından” hareketle Hz. İsa (as)ın sabah namazında Hz. Mehdi (RA)a tabi olduğu mekanın Kudüs olabileceğini der. Çünkü Kudüs de Şam bölgesinin içindedir. Hem de –İslami açıdan- “DIMIŞK”tan ‘bugünkü Şam’dan- daha mübarek bir yerdir. Hadis’in hükmüyle sevap kazanmak için gidilebilecek üç mescitten biri oradadır. Diğer ikisi malum: Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi. Miraç’ta Resulullah (asm) bütün Nebi ve Resullere orada imamlık yapmıştır. Bütün müminlerin hasret çektikleri Kudüs şehri oradadır. Pek çok nebi’nin vazife mahalli orasıdır. Müslümanlıktan başka bir şey olmayan Hz. Musa (as)ın hakiki ve muharref olmayan Musaviliğe vaad edilen arz parçasının merkezidir aynı zamanda. Meseleye niçin başlamıştık? “Mehdi gelince bizi vazife başında görsün.” düsturuyla “vazifesinin sadece hizmet” olduğunu diyen bir Üstad’ın salikleriyiz de ondan. “Arife bir işaret yeter” Arap atasözüyle meseleye nihayet vermek en münasibi. Mesele zaten Risale-i Nur’larda -ama tam ve sünnet ölçüsüyle anlamak kaydıyla,- tavzih edilmiştir; fazla söze ne hacet. “Ebu Naim, İbni Mes’ud’dan tahric etti, O dedi, Resulüllah (s.a.v.) buyurdu: Dünyadan bir gece bile kalsa, Allah o geceyi uzatır ve Ehli Beytim’den birisi gelerek dünyaya hakim olurdu. Onun adı adıma, babasının adı babamın adına uyar. Daha önce yeryüzü nasıl zulümle doluysa, O, onu adaletle doldurur. Malı seviye üzere taksim eder ve Allah bu ümmetin kalblerinde gına verir. Yedi veya dokuz sene kalır. Mehdi’den sonra, (Hz. İsa (a.s.)’ın kırk senelik devrinden sonra) artık hayat yaşamakta, bir hayır yoktur.” (İmam Suyuti’nin Tasnifiyle Mahdi Hadisleri, shf: 7) Hadisiyle meseleyi –şimdilik- noktalayalım. (Bana sorarsanız, dünya tabirinden kasıt İslam Alemi’dir.) Eğer Hz. İsa -manen- Üstad’a namazda uyduysa 40 yıl geçeli çok oluyor değil mi dostlar?! ( Ramazan ayındaki ibadetlerinizin mebrur olması temennisiyle...) Mehmet Nuri  BİNGÖL  Samsung Galaxy akıllı telefonumdan gönderildi.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.