MİSAFİR KALEM
Köşe Yazarı
MİSAFİR KALEM
 

BİRAZ DA YAŞASAK DİYORUM…

BİRAZ DA YAŞASAK DİYORUM… Modernizmin “sorgula!” emrine amade bir hal ile kavramları yaşamayı bırakıp sadece sorguladık. Bizzat sorgulamanın yeterli ve en büyük meziyet olduğunu sanıp devam ettik yolumuza. Bu sayede tartışmaya açmadığımız tek bir alan ve kavram kalmadı. “Hele bir sorgulayalım bakalım ne çıkacak?” dercesine bir sorgulamaydı bu. Amacı, hipotezi, hedefi olmayan bir sorgulama. Din, toplum, kültür, örf, gelenek, ahlak ve daha nice kavram ve olguyu deney tüplerinin içine koyarak laboratuvar ortamında parçaladık. Ortaya çıkan sonuçların ne olduğunu, ne olacağını, ne anlama geldiğini bilmedik daha doğrusu bilme ihtiyacı hissetmedik. Sorgulamak zaten asıl amaçtı. Bizim yegâne görevimiz, on binlerce yıldır bize bir şekilde ulaşan her şeyi parçalamaktı… Hunharca parçaladık, çıkan parçaların ne olduğunu yazdık, konuştuk ama ne olduğunu anlamadık. Çünkü yorumlayamadık. Pozitivist ahlak bize sorgulamaktan muradın parçalamak olduğunu öğretti sadece. Bize parçaladıktan sonra çıkan sonucun yorumlanması gerektiğini kimse söylemedi. Ama bu bizim için sorun değildi. Nitekim biz sadece sorgulayarak da insanlara cakamızı satabilir, havamızı atabilirdik. Artık namaz hakkında yazıp, konuşup namaz kılmasak da olurdu. Önemli olan sorgulamaktı sadece. Ya da Allah hakkında en cüretkâr şeyleri twitleyebilirdik. İnsanların saygı duyduğu konular hakkında ileri geri konuşmanın çekiciliği vardır. “Bakın sizin saygıda kusur etmediğiniz şeylere ben sövüyorum” demek ergen tatmini sağlayan bir cüretkârlık biçimi. Sosyal medyada “tabuları yık!” telkinleriyle doldurulan insanlar yine sosyal medya tarafından tabu olarak gösterilen hedefleri sorgulama silahıyla ve bir asker sadakatiyle parçaladı. Bu tabu bazen bir kültür ögesiyken bazen dindi ama hiçbir zaman modern dünyanın yeni tabuları değildi. Malum odaklar bizleri ipteki cambaza baktırırken ceplerimizden bize ait olanları çıkartıp kendilerine ait olan kutsalları koydu. Biz ise bizi biz yapan şeylere saldırıp parçalayarak caka satmanın tatminiyle like sayılarımıza gururla bakıyorduk. Mesela Hz. Muhammed (sav)’e sadece “Muhammed” diyerek kafasında din olayını bitirmiş üst düzey bir entelektüel olduğumuzu sandık. Ecdadımızın ismini anarken heyecanlandığı, salavatsız ismini anmadığı peygamberin ismini soğuk bir tavırla anarak sorguladığımızı, tabu yıktığımızı ve özgürleştiğimizi sandık. Tabi akşamki Şampiyonlar Ligi final saatini heyecanla beklememiz malum entelektüel tavrımıza halel getirmiyordu. İnsanların taklitçi olduğundan dem vurup “taklit aklı kiraya vermektir” dedik. Bundan yola çıkarak din, gelenek, örf, ahlak gibi kavramları ters yüz ettik. Dedemizin bıraktığı sakala, taktığı takkeye alaycı bir tavırla “taklitçilik sünnet değildir” dedik. “Dini anlamıyorsunuz” dedik. Ortada dedemizin kaçırmadan kıldığı beş vakit namaza karşılık “sorgulamaya/parçalamaya” başladıktan sonra namaz kılmamamız dışında sorun yoktu. Müslümanların tüm bu hallerine bakıp “Ahh şu müslümanlar…” diye başlayan sorgulama yazılarından birini daha yazarak entelektüel bunalımlar yaşadık. Tabi bu bunalımlar esnasında yeni transferin formasını da sipariş etmeyi, biten Netflix üyeliğini yenilemeyi ihmal etmiyorduk. Genelin dediklerinin zıddını söyleyerek farklı bir argüman ortaya koyduğumuzu sandık. Muhalif olmanın dayanılmaz hafifliği tüm benliğimizi sarmıştı artık. Bol laf salatası ile dini, kültürü, ahlakı soyut bir edebiyat malzemesi haline getirdik. Bu kavramların hayatımızda değiştirdiği hiçbir şey kalmadı artık. Çünkü din, kültür ve ahlakın hayatımıza dokunmasına müsaade etmiyorduk. Hayatımıza dokunan şeyler yeni sezonunu heyecanla beklediğimiz diziler ve sosyal medya akımlarıydı. Nevi şahsımıza münhasır bir anlayış ile tüm insanları kendi yolumuza davet ettik. Sorgulayarak, parçalayarak amacımızı gerçekleştirdik sandık. Ancak yine de bir şeylerin eksik olduğunu hissettik, huzuru bulamadık. Ailemize mukayyet olamadığımızı gördük. Bizim gibi büyüyen evladımız bu sefer bizim parçaladıklarımızı daha da parçaladı ve bambaşka bir mecraya kaydı. Parçaların tek başına bir anlam ifade edemeyeceğini bilmeliydik. Ve bütünün, parçaların birleşiminden daha farklı bir anlam içerdiğini bilmeliydik. O anlamın ise “önce yaşamak” olduğunu bilmeliydik. Sorgulamadan/parçalamadan önce yaşamak lazım, tadını almak lazım… Feyzullah Akdağ
Ekleme Tarihi: 27 Mayıs 2022 - Cuma

BİRAZ DA YAŞASAK DİYORUM…

BİRAZ DA YAŞASAK DİYORUM… Modernizmin “sorgula!” emrine amade bir hal ile kavramları yaşamayı bırakıp sadece sorguladık. Bizzat sorgulamanın yeterli ve en büyük meziyet olduğunu sanıp devam ettik yolumuza. Bu sayede tartışmaya açmadığımız tek bir alan ve kavram kalmadı. “Hele bir sorgulayalım bakalım ne çıkacak?” dercesine bir sorgulamaydı bu. Amacı, hipotezi, hedefi olmayan bir sorgulama. Din, toplum, kültür, örf, gelenek, ahlak ve daha nice kavram ve olguyu deney tüplerinin içine koyarak laboratuvar ortamında parçaladık. Ortaya çıkan sonuçların ne olduğunu, ne olacağını, ne anlama geldiğini bilmedik daha doğrusu bilme ihtiyacı hissetmedik. Sorgulamak zaten asıl amaçtı. Bizim yegâne görevimiz, on binlerce yıldır bize bir şekilde ulaşan her şeyi parçalamaktı… Hunharca parçaladık, çıkan parçaların ne olduğunu yazdık, konuştuk ama ne olduğunu anlamadık. Çünkü yorumlayamadık. Pozitivist ahlak bize sorgulamaktan muradın parçalamak olduğunu öğretti sadece. Bize parçaladıktan sonra çıkan sonucun yorumlanması gerektiğini kimse söylemedi. Ama bu bizim için sorun değildi. Nitekim biz sadece sorgulayarak da insanlara cakamızı satabilir, havamızı atabilirdik. Artık namaz hakkında yazıp, konuşup namaz kılmasak da olurdu. Önemli olan sorgulamaktı sadece. Ya da Allah hakkında en cüretkâr şeyleri twitleyebilirdik. İnsanların saygı duyduğu konular hakkında ileri geri konuşmanın çekiciliği vardır. “Bakın sizin saygıda kusur etmediğiniz şeylere ben sövüyorum” demek ergen tatmini sağlayan bir cüretkârlık biçimi. Sosyal medyada “tabuları yık!” telkinleriyle doldurulan insanlar yine sosyal medya tarafından tabu olarak gösterilen hedefleri sorgulama silahıyla ve bir asker sadakatiyle parçaladı. Bu tabu bazen bir kültür ögesiyken bazen dindi ama hiçbir zaman modern dünyanın yeni tabuları değildi. Malum odaklar bizleri ipteki cambaza baktırırken ceplerimizden bize ait olanları çıkartıp kendilerine ait olan kutsalları koydu. Biz ise bizi biz yapan şeylere saldırıp parçalayarak caka satmanın tatminiyle like sayılarımıza gururla bakıyorduk. Mesela Hz. Muhammed (sav)’e sadece “Muhammed” diyerek kafasında din olayını bitirmiş üst düzey bir entelektüel olduğumuzu sandık. Ecdadımızın ismini anarken heyecanlandığı, salavatsız ismini anmadığı peygamberin ismini soğuk bir tavırla anarak sorguladığımızı, tabu yıktığımızı ve özgürleştiğimizi sandık. Tabi akşamki Şampiyonlar Ligi final saatini heyecanla beklememiz malum entelektüel tavrımıza halel getirmiyordu. İnsanların taklitçi olduğundan dem vurup “taklit aklı kiraya vermektir” dedik. Bundan yola çıkarak din, gelenek, örf, ahlak gibi kavramları ters yüz ettik. Dedemizin bıraktığı sakala, taktığı takkeye alaycı bir tavırla “taklitçilik sünnet değildir” dedik. “Dini anlamıyorsunuz” dedik. Ortada dedemizin kaçırmadan kıldığı beş vakit namaza karşılık “sorgulamaya/parçalamaya” başladıktan sonra namaz kılmamamız dışında sorun yoktu. Müslümanların tüm bu hallerine bakıp “Ahh şu müslümanlar…” diye başlayan sorgulama yazılarından birini daha yazarak entelektüel bunalımlar yaşadık. Tabi bu bunalımlar esnasında yeni transferin formasını da sipariş etmeyi, biten Netflix üyeliğini yenilemeyi ihmal etmiyorduk. Genelin dediklerinin zıddını söyleyerek farklı bir argüman ortaya koyduğumuzu sandık. Muhalif olmanın dayanılmaz hafifliği tüm benliğimizi sarmıştı artık. Bol laf salatası ile dini, kültürü, ahlakı soyut bir edebiyat malzemesi haline getirdik. Bu kavramların hayatımızda değiştirdiği hiçbir şey kalmadı artık. Çünkü din, kültür ve ahlakın hayatımıza dokunmasına müsaade etmiyorduk. Hayatımıza dokunan şeyler yeni sezonunu heyecanla beklediğimiz diziler ve sosyal medya akımlarıydı. Nevi şahsımıza münhasır bir anlayış ile tüm insanları kendi yolumuza davet ettik. Sorgulayarak, parçalayarak amacımızı gerçekleştirdik sandık. Ancak yine de bir şeylerin eksik olduğunu hissettik, huzuru bulamadık. Ailemize mukayyet olamadığımızı gördük. Bizim gibi büyüyen evladımız bu sefer bizim parçaladıklarımızı daha da parçaladı ve bambaşka bir mecraya kaydı. Parçaların tek başına bir anlam ifade edemeyeceğini bilmeliydik. Ve bütünün, parçaların birleşiminden daha farklı bir anlam içerdiğini bilmeliydik. O anlamın ise “önce yaşamak” olduğunu bilmeliydik. Sorgulamadan/parçalamadan önce yaşamak lazım, tadını almak lazım… Feyzullah Akdağ
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.