MİSAFİR KALEM
Köşe Yazarı
MİSAFİR KALEM
 

BULUTÇUK

BULUTÇUK Bulutçuk, gökyüzünde kalabalık ailesiyle birlikte akşam güneşinin renkleriyle dans ediyormuş. Ona ve ailesine bakanlar hayran hayran renk cümbüşüne dalıyor, kimi fotoğraf çekiyor, kimi hayaller kuruyormuş. Bulutçuk; bu fotoğrafın bir parçası olmaktan gurur duyuyor, böyle bir aileden olduğu için böbürleniyormuş. Derken küçük bir sığırcık ile karşılaşmış. Sığırcık çok üzgün ve mutsuzmuş. Derdini buluta bir bir anlatmaya başlamış: “Uçmaktan korkuyormuş. Bu yüzden sürüsü ondan erken yola çıkmış. Tüm cesaretini toplamış. Yuvasından gökyüzüne kanat çırpmış çırpmasına ama sürüsünün çok gerisinde kalmış. Onlara bir türlü yetişemiyormuş. Bulutçuk’tan biraz açılıp ona yol göstermesini istemiş.” Bulutçuk: “Neden sürünü takip etmedin? Ben ailemden biraz bile ayrılmayı göze alamam. Bu yüzden de sana yardım edemem. Sen de böyle yapmalıydın. Ne olursa olsun uçmalıydın. Onların peşini bırakmamalıydın!” demiş. Sığırcık: “Haklısın, ama çok korkuyordum. Uçmayı öğrenmekte sadece biraz geç kaldım. Şimdi de önüme sen ve ailen çıkınca yolumu tamamen kaybettim. Azıcık aralan da yolumu bulayım.” demiş. Bulutçuk: “Banane, kaybetmeseydin.” demiş. Sığırcık çaresiz uzaklaşmış. Sürüsüne giden başka bir yol aramış. Bir zaman sonra, bir rüzgâr çıkagelmiş. Üfürmüş püfürmüş. Bulutçuk öyle çok korkmuş ki gözlerini sımsıkı kapatmış, açamaz olmuş. Sonunda rüzgâr dinip ortalık sakinleşince, açmış gözlerini ince ince. Bir de ne görsün; hiç bilmediği bambaşka bir diyarda, yalnız başına. Ne ailesi ne güneş var yanı başında. Şimdi hangi bulutla karşılaşacak, nasıl yağmur yağdıracak? Güneş yine doğacak ama ailesiyle birlikte olduğu o fotoğrafın bir eşi daha olamayacak. “Olsun.” demiş, omuz silkmiş Bulutçuk. “Ben zaten kendime yeterim. Kimseye ihtiyacım yok ki benim. Hem madem burada tekim, illaki sıcak havayla yükselirim. Denizlerden, akarsulardan buharla dolarım. Yükseldikçe yükseldikçe soğur, yağmur olur yağarım. Gel zaman git zaman, Bulutçuk sıkılmış yalnızlıktan. Konuşacak kimseyi bulamıyor derdini kimseye dökemiyor, çaresiz kara kara düşünüyormuş. Bu diyarda onu suya doyuracak bir kaynak da görünmüyormuş. Kurumuş, kararmış üzüntüden bulutluğunu tek başına yapamayacağını anlamış. Bir kuş sesinde sığırcığı hatırlamış. Ona haksızlık ettiğini anlamış. Onun uçmaktan korktuğu gibi kendisi de yalnızlıktan fazlasıyla korkuyormuş. Oysa biraz cesaret göstermeyi bilebilseydi, ona pekâlâ yardım edebilirdi. Belki de bütün bunlar hiç başına gelmezdi. Anlamış ki başına her gelenin bir nedeni var. Her yaptığını gören biri var. Her söylediğini bir duyan var. Öyleyse O’na seslenmekten başka çare mi var? “Sen beni duyansın, bilensin, anlayansın. Ben birine yardım etmek yerine ailemle kendimle övündüm. Onun başına gelen bana asla gelmez sandım. Bak bugün ben de yalnız kaldım. Ne ailem ne sığırcık, ne güneş ne rüzgâr var. Bana Senden başka kalan ne var? Sen benimlesin, biliyorum! Ben yalnızca bir bulutum, biliyorsun! Bulutum diyebilmek için dolmam gerek. Dolduklarımla yağmam gerek. Bunun için bir başka buluta kavuşmam gerek. Beni bulut yapan Sensin. Bana ‘Sen bulutsun, unutma!’ diyensin. Bana yeniden bulutluk yapmayı nasip et ki; insanlar bana selâm verip sana hayran kalsınlar, yine seni ansınlar.“ Hemen ılık bir rüzgâr gelmiş serin denizlerden. Derin umutlarla beslenmiş rahmet rüzgârıymış gelen. Doldurmuş ceplerini Bulutçuk rahmetten. Yaşadıklarını ve rüzgârın fısıltılarını; içinde büyüyen her bir damlanın kulağına küpe yapmış Bulutçuk. İlk gelen eşiyle dostuyla kucaklaşmış da yağmış yağmış, bereket olmuş, rahmet olmuş, umut olmuş Bulutçuk. Şehirden şehire, nesilden nesile, gözden söze, sözden öze dolaşmış durmuş, bulut olmuş Bulutçuk. Betül Özer Bölük 07.12.2021
Ekleme Tarihi: 07 Aralık 2021 - Salı

BULUTÇUK

BULUTÇUK Bulutçuk, gökyüzünde kalabalık ailesiyle birlikte akşam güneşinin renkleriyle dans ediyormuş. Ona ve ailesine bakanlar hayran hayran renk cümbüşüne dalıyor, kimi fotoğraf çekiyor, kimi hayaller kuruyormuş. Bulutçuk; bu fotoğrafın bir parçası olmaktan gurur duyuyor, böyle bir aileden olduğu için böbürleniyormuş. Derken küçük bir sığırcık ile karşılaşmış. Sığırcık çok üzgün ve mutsuzmuş. Derdini buluta bir bir anlatmaya başlamış: “Uçmaktan korkuyormuş. Bu yüzden sürüsü ondan erken yola çıkmış. Tüm cesaretini toplamış. Yuvasından gökyüzüne kanat çırpmış çırpmasına ama sürüsünün çok gerisinde kalmış. Onlara bir türlü yetişemiyormuş. Bulutçuk’tan biraz açılıp ona yol göstermesini istemiş.” Bulutçuk: “Neden sürünü takip etmedin? Ben ailemden biraz bile ayrılmayı göze alamam. Bu yüzden de sana yardım edemem. Sen de böyle yapmalıydın. Ne olursa olsun uçmalıydın. Onların peşini bırakmamalıydın!” demiş. Sığırcık: “Haklısın, ama çok korkuyordum. Uçmayı öğrenmekte sadece biraz geç kaldım. Şimdi de önüme sen ve ailen çıkınca yolumu tamamen kaybettim. Azıcık aralan da yolumu bulayım.” demiş. Bulutçuk: “Banane, kaybetmeseydin.” demiş. Sığırcık çaresiz uzaklaşmış. Sürüsüne giden başka bir yol aramış. Bir zaman sonra, bir rüzgâr çıkagelmiş. Üfürmüş püfürmüş. Bulutçuk öyle çok korkmuş ki gözlerini sımsıkı kapatmış, açamaz olmuş. Sonunda rüzgâr dinip ortalık sakinleşince, açmış gözlerini ince ince. Bir de ne görsün; hiç bilmediği bambaşka bir diyarda, yalnız başına. Ne ailesi ne güneş var yanı başında. Şimdi hangi bulutla karşılaşacak, nasıl yağmur yağdıracak? Güneş yine doğacak ama ailesiyle birlikte olduğu o fotoğrafın bir eşi daha olamayacak. “Olsun.” demiş, omuz silkmiş Bulutçuk. “Ben zaten kendime yeterim. Kimseye ihtiyacım yok ki benim. Hem madem burada tekim, illaki sıcak havayla yükselirim. Denizlerden, akarsulardan buharla dolarım. Yükseldikçe yükseldikçe soğur, yağmur olur yağarım. Gel zaman git zaman, Bulutçuk sıkılmış yalnızlıktan. Konuşacak kimseyi bulamıyor derdini kimseye dökemiyor, çaresiz kara kara düşünüyormuş. Bu diyarda onu suya doyuracak bir kaynak da görünmüyormuş. Kurumuş, kararmış üzüntüden bulutluğunu tek başına yapamayacağını anlamış. Bir kuş sesinde sığırcığı hatırlamış. Ona haksızlık ettiğini anlamış. Onun uçmaktan korktuğu gibi kendisi de yalnızlıktan fazlasıyla korkuyormuş. Oysa biraz cesaret göstermeyi bilebilseydi, ona pekâlâ yardım edebilirdi. Belki de bütün bunlar hiç başına gelmezdi. Anlamış ki başına her gelenin bir nedeni var. Her yaptığını gören biri var. Her söylediğini bir duyan var. Öyleyse O’na seslenmekten başka çare mi var? “Sen beni duyansın, bilensin, anlayansın. Ben birine yardım etmek yerine ailemle kendimle övündüm. Onun başına gelen bana asla gelmez sandım. Bak bugün ben de yalnız kaldım. Ne ailem ne sığırcık, ne güneş ne rüzgâr var. Bana Senden başka kalan ne var? Sen benimlesin, biliyorum! Ben yalnızca bir bulutum, biliyorsun! Bulutum diyebilmek için dolmam gerek. Dolduklarımla yağmam gerek. Bunun için bir başka buluta kavuşmam gerek. Beni bulut yapan Sensin. Bana ‘Sen bulutsun, unutma!’ diyensin. Bana yeniden bulutluk yapmayı nasip et ki; insanlar bana selâm verip sana hayran kalsınlar, yine seni ansınlar.“ Hemen ılık bir rüzgâr gelmiş serin denizlerden. Derin umutlarla beslenmiş rahmet rüzgârıymış gelen. Doldurmuş ceplerini Bulutçuk rahmetten. Yaşadıklarını ve rüzgârın fısıltılarını; içinde büyüyen her bir damlanın kulağına küpe yapmış Bulutçuk. İlk gelen eşiyle dostuyla kucaklaşmış da yağmış yağmış, bereket olmuş, rahmet olmuş, umut olmuş Bulutçuk. Şehirden şehire, nesilden nesile, gözden söze, sözden öze dolaşmış durmuş, bulut olmuş Bulutçuk. Betül Özer Bölük 07.12.2021
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.