Dr. Vehbi KARA
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi KARA
 

TİHA Yazılımı ve İslam Öncesi Türkler

TİHA Yazılımı ve İslam Öncesi Türkler Dünya üzerinde Türk halkı kadar İslam adına savaşıp şehit düşmüş veya gazi olmuş bir toplum yoktur. Bunu çok iyi bilen Türk ve İslam düşmanları, savaş ile mağlup edemedikleri bu büyük İslam ordusunu çeşitli sinsi yollarla mağlup etmeye çalışmışlardır. İşte bunlardan bir tanesi; Türk ordusuna ait kuruluş tarihlerini İslam öncesi çağlara bağlayıp Türkleri, Müslümanlıktan uzaklaştırmak gayretidir. Akılları sıra Türkleri, deist veya dinsiz yapmaya çalışıyorlar. Bu konuda dönmeler en büyük gayreti gösteren topluluklardan biridir. Ülkemizde Yahudi, Yunan ve Ermeni çok sayıda dönme vardır. İsmi sizleri yanıltmasın bunlar tam olarak İslam’a dönmemiştir. Namaz kılmaz, oruç tutmaz, rakı içer ve tesettürden nefret ederler. Aslı Türk olmadığı halde soyadı kanunu sayesinde Türk kimliğine bürünerek İslam dininin en önemli emirlerini yok etmeye çalışırlar. Bu dönmeler vasıtasıyla o kadar absürt işler yapılmıştır ki anlatmakla bitmez. “Türkçülüğün Esasları” isimli kitabı yazan ve ırkçı bir tavır takınan Ziya Gökalp bir Kürttür. Türk Dil Kurumunun baş uzmanı ve ilk genel sekreteri olan Hagop Martayan ise bir Ermenidir. İsmini Agop Dilaçar olarak çevirmiş “Türk Tarih Tezi” ile birlikte “Güneş Dil Teorisini” uydurarak Türkçenin kanına girmiştir. Öyle ki; şu anda ülkemizde yaşayan çocuklar dedelerinin konuştuğu dili anlayamayacak hale gelmiştir. Diğer bir örnek ise absürtlüğün ötesinde Türk Milletine “deli gömleği” giydirmekten farksız icraatlar yapan bir hahamın oğlu olan Moiz Kohen’dir. Bu zat hakkında Mehmet Şevket Eygi bakın neler yazmıştır: “Türklerin tarih boyunca yuttukları en büyük zoka ve Mois Kohen’dir. Munis Tekinalp takma adını kullanan ve bu isimle Türk Milliyetçiliğinin kurucularından olan, Ziya Gökalp gibi diğer Türkçü ideolojinin önde gelen isimlerini de etkileyen ama aslında adı Moiz Kohen olan ve özünde Yahudi olan bu kişi her yönü ile incelenmeli kurmak istediği/kurduğu tuzaklar bertaraf edilmelidir. Neden safkan bir Yahudi olmasına rağmen en ileri Türkçülük davasını gütmüştür? Neden takma ad kullanmış ve seçtiği takma ismi buram buram Oğuz Türklüğü kokan Tekin Alp olarak seçmiştir? Osmanlı’yı yıkmak, onun din-ümmed birliğini bozup parçalamak isteyen dünya Yahudiliği her ırka kendinin üstün olduğu fikrini aşılamak için özel elemanlar mı yetiştirmiştir? Türklerin tarih boyunca yuttukları en büyük zoka, Tekin Alp takma adlı Moiz Kohen Yahudisinin uydurduğu Moizî milliyetçilik ve Türkçülük ideolojisi olmuştur. Dikkat buyurunuz, bendeniz Moizî ideolojiyi hedef ve konu alıyorum. Dini bütün milliyetçiler ve Türkçüler üzerlerine alınmasınlar. İstiklâl Mücadelesini İslâmî bayrak altında yapanlar, Cumhuriyet kurulduktan sonra dine sırt çevirdiler, İslâm’ı dışladılar ve Moiz Kohen’in (Pardon Tekin Alp’in) zehirli ideolojisini benimsediler. Böylece ebediyete kadar yaşayacak bir rejim kurduklarını sanıyorlardı. Heyhat! 87′inci kuruluş yıldönümünde temellerden korkunç çatırtılar geliyor. 1299′da kurulduğunu kabul edersek Osmanlı Devleti-i Aliyyesi 623 sene yaşamıştı. Kitaplarından birindeki bir bölüme hangi başlığı koymuştu Moiz Kohen Tekin Alp? ‘Kahr Olsun Şeriat’ diye haykırmamış mıydı? Türkler, Osmanlı bayrağı altında 600 küsur sene Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye uğrunda cihad etmişler, kanlarını i’lâ-i kelimetullah için dökmüşlerdi. Moiz Kohen Tekin Alp bu altı asırlık kutsal geleneği yıkmak, yerine kendi icadı batırıcı ve yakıcı bir ideolojiyi yeni bir din gibi ikame etmek istiyordu. Moiz Kohen hayli başarılı oldu ama onun zokasını yutan Türkler bu ideolojiden çok zarar gördüler. İslâm’ın zuhurundan bu yana Türkler Din-i Mübin-i İslâm’a hizmet ettikleri müddetçe zafer, izzet, tevfik, şeref bulmuşlardır. İçlerinden bazı beyinsizler ne zaman İslâm’a ihanet etmişlerse zelil, rezil ve sefil olmuşlardır. Tarih bu dediklerimin şahididir, başka şahit gerekmez. Birkaç nâdir kalem dışında kimsenin üzerinde durmadığı esrarlı bir konu var: Lozan’ın gizli protokolleri… İşte Türk’ün beli bu protokollerle kırılmıştır, Türkiye’nin bağrında bu protokollerle derin ve onulmaz bir yara açılmıştır. Herkes meşru sınırlar ve boyutlar içinde milletini, soydaşlarını sever ve onların iyiliği için çalışır ama Moiz Kohen’in kendine mahsus milliyetçiliği ve Türkçülüğü bambaşka bir ideoloji idi. O, Türkleri İslâm’dan kopartmak istiyordu. Bir kısım Türkler gerek lâiklik, gerek sekülerleşme, gerekse cahillik yüzünden İslâm’dan koptular ama kıyametleri de koptu. Türk ülkelerinden Özbekistan’ı ele alalım: Orada, Marksist-Leninist zulüm rejimi bile Özbekleri, Türkiye Türklerini bizdeki resmî ideolojinin bozduğu kadar bozamamıştır. İslâm’ın ilk asrında Ümmet-i Muhammed’i, Yahudi dönmesi İbn Sebe’nin fitne ve fesatları perişan etmiştir. Kıyamet’in yaklaştığı şu devirde de, Türkiye Müslümanlarını Moiz Kohen Tekin Alp’in fitneleri perişan etmiştir. Sekülerleşe sekülerleşe Müslümanlıkları ism ve resmden ibaret kalmış olan bugünün İslâmcıları özlerine dönüp gerçek faziletli Cumhuriyeti ayakta tutabilecekler mi?” İşte Kohen, Martayan gibi Türkçülüğü başka mecralara çekme ve İslam dışına atma gayreti 2021 yılında dahi devam etmektedir. Öyle ki; Akıncı Taarruzi İnsansız Hava Aracı (TİHA) yazılımına konulan mesajda “Türkiye, devlet tecrübesi 2 bin 200 yılı aşan bir ülkedir” denilerek İslam öncesi yıllar ön plana çıkarılmaya çalışılmaktadır. Yazımın uzunluğunun farkındayım. Fakat bunları şu anda benden başka kimse yazmadığı için kusuruma bakılmaması gerekir. Mehmet Şevket Eygi rahmetli oldu. Fakat yazısı baki kaldı. Bense yazımın baki kalmasından ziyade absürt ve çirkin durumların ortadan kaldırılması için mücadele ediyorum. Çünkü devlet büyüklerimiz farkında olmadan çok büyük yanlışlara imza atabilmektedirler. Umulur ki hatadan dönülüp İslam kahramanı ceddimiz atalarımız gibi nesiller yetiştiririz. Türkleri İslam öncesi çağlara döndürmekten maksat Müslümanlara darbe vurmaktır. En önemli hedeflerden bir tanesi de Türk ordusudur. Bu nedenle en büyük gayreti silahlı kuvvetlerimiz üzerinde göstermektedirler. Bunun sadece iki örneğini nasıl gerçekleştirdiklerini arz edeyim: İslam’ın kılıcı Türk ordusunu Müslümanlıktan koparmak için akla ziyan işler yapılıyor. Bunlardan bir tanesi de Kara Kuvvetleri komutanlığının 2231. Kuruluş yıldönümü kutlamalarıdır. Bu kutlamalarda, 1968 yılına kadar yeniçerilerin kuruluş yıldönümü olarak kabul edilen 1363 tarihi esas alınıyordu. Ki bu gayet doğru ve gerçekçi bir girişimdi. Fakat Nihal Atsız ve Yılmaz Öztuna’nın girişimleri ile bunu Türklerin İslam öncesi tarihine uzattılar. Cemal Tural da bunu keyfine göre değiştirerek resmileştirdi. O tarihlerde sivil otoriteyi ve halkın seçtiği yöneticileri kim takıyordu ki? 1969’da dönemin Genelkurmay Başkanı olan Cemal Tural, TRT ve PTT Genel Müdürlüğü’ne gidiyor, bu kurumları denetlemeye kalkacak kadar faşist bir zihniyeti taşıyordu. Önce Genelkurmay Başkanlığından alınıp Yüksek Askeri Şûra Üyeliğine atandı sonra da emekli edildi. İşte Türk Ordusunun kuruluş tarihini İslam öncesi çağlara götürme projesi; bu generalin başının altından kalkmıştır. Ordumuzun kuruluşunu M.Ö 209 yılına dayamakla yani Büyük Hun İmparatorluğuna uzatarak neler amaçlanmıştı? Niye “Etiler, Akad’lar da Türk’tür” diyerek daha eski tarihlere götürülmemişti? Oğuz Kağan veya diğer ismi ile Mete’nin inançları ve gelenekleri nasıldı ki Yeniçeri ocağından vazgeçilmişti? Bu soruların cevapları uzun çeker. Elimden geldiği kadar kısaltıp izah edeyim: Türkler İslam öncesi çağlarda taşa toprağa tapan bazen de Şaman büyücülerin etkisi ile çevresindeki diğer halklar gibi şehirli topluluklara saldıran göçebe bir kavimdi. Türklerin Kurt Atası vardı. Bir kısım Hunlar; hayvan atadan geldiklerine inanırlardı. Bozkurt sembolü bunlardan sadece bir tanesidir. Hayvanı kendisine uyulacak, ders alınacak bir örnek sayarlardı. İnsanın davranışları hayvana bakılarak ayarlanır, düzeltilirdi. Hayvanda düşünmek erkeğin, savaşçının davranışını belirlerdi. Göçebeyi akıncılığa ve amansız başbuğluğa yönelten, işte bu inançtı. Böylece göçebe, dünyayı kendisi için var olan bir yağma ve talan yeri sayıyordu. Ancak böyle düşünebiliyordu. Bu inancın başlıca özellikleri arasında; Totem ile topluluk arasında duygusal akrabalık bağı ve aynı totemden olan kişilerin aynı atadan geldiğine inanmak, bireyler totemin adını işaretlerini taşıması, aynı totem çevresinde toplanan kişilerin birbiriyle evlenmeleri yasaklanması, totemden olan kişiler için totem olan hayvan ya da bitkiyi yemenin yasak olmasını sayabiliriz. Genellikle hayvanlar totem sayılmıştır. Kimi zaman söz konusu hayvan yerine, onun bir parçası (kuyruğu, dili, pençesi, tüyü, vb.) totem yerine geçer. Hayvan totemleri, en çok avcılıkla geçinen ilkel toplumlarda görülür. İslam öncesi Türklerde de totem inancına uygun kimi inanç ve davranışlar izlenir. Türkler, kurdu ata tanırlar. Hunların hanı Mete’nin soyu ejdere dayanır. Büyük olasılıkla, ejder çok eski dönemlerde tapınılan bir hayvandır. Bozkır halkları inancında “Gök Tanrı” ve “Kötülüklerin Tanrısı” da vardır. Lakin Kutsal ata daha önemlidir. Zira İslamiyet’ten önceki Türk inançlarından biri de ataya tapmaktır. Bu inanç sisteminde insanın ölümün kaçınılmazlığını bilmesi en önemli husustur. Ne var ki, bu gerçeği bilmek yetmez. Ata, kendisine tapacak soyu var olduğu sürece yaşayacağına inanılmaktadır. Ataya tapmakta baba yani atanın, öldükten sonra ruhları aracılığıyla aile bireylerini koruduğuna inanılır. Hunlar’da yakın akrabaların birlikte gömülmesinden bahsedilir. Bu tapınmanın bir özelliği de ata anılarının kutlu sayılmasıdır. Hunlar her yıl Mayıs ortalarında atalarına kurban sunar. Ata mezarlarına yapılan saldırılar ağır cezalar gerektirir. Attila, Hun hanlarının aile mezarını Bizans piskoposunun soyması yüzünden 2.Balkan seferini yapar. Bu inanca göre, ölülerin silahları değerli eşyaları, takıları ile birlikte gömülür. Böylece öteki dünyada, ölen kişinin rahat yaşamı sağlanmış olur. Hunlar’da, yenilen düşmanın kafatasını altınla doldurup kadeh yapma geleneği de vardır. Asya Hun hanı, Yüeçi hanının kafatasını içki kabı olarak kullanmış olup Türkler arasında uzun süre yaşamıştır. Asyalı Hunlar, ilkyaz ve son yazlarda atalara ve doğa tanrılarına kurbanlar keserler. Han Tanhu, gündüz güneşi, gece dolunayı ulular. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar girişimlerini ay-yıldız hareketleri ile denetler. Tabgaçlar ilk ve son yazda atalara kurban sunarlar. Kurbanlar taş ev tapınağı içinde kesilir, çevreye kayın ağaçları dikilir. Bunlardan kutlu ormanlar oluşur. Saldırıyı ve savaşı ancak Ay’ın büyümekte olduğu ya da dolunay biçimine geldiğinde göze alırlardı. Büyük han; her sabah çadırından çıkar ve tapınarak Güneşi selamlardı. Uğur getiren yeni Ay’ı gördüğü zaman da aynı saygı ile Ay’ı selamlardı. Yer-su inancında ise en özgün gösterge dağlardır. Hunlar, eski yurtlarında Hanyuan Dağı’nda her yıl Gök Tanrıya kurban keser. Hun hanları Çin’le yaptıkları sözleşmeleri Hunda Dağı tepesinde kurban keserek kutlarlar. Gök Tanrı inancı ile dağa tapmak birbiriyle yakından ilgilidir. Efsanelerde Orta Asya’nın verimli dağları Çinlilerce tutulduğu dönemlerin anılarını yansıtır. Bolluk yıllarını yitiren göçebeler bu dağların anılarını uzun yıllar anımsayacaklardır. Hunlar, Gansu ilindeki Tsilenşan Dağı’ndan ayrıldıktan sonra ağıtlar yakmışlar; dağlar, ırmaklar, göllerin tümünü canlı kabul etmişlerdir. Kutsadıkları ırmaklar, göller salt yerel nesneler olmayıp konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan varlıklardır. Bu bilgilerin çoğu Çin kaynaklarından alınmıştır. Orta Asya Şamanizmi’nin esaslarında işte bunlara yani Gök Tanrı, Güneş, Ay, yer, su, ata, ateşe tapmak yatmaktadır. M.Ö. 121 yılında Çinliler bir Hun prensini yenip otağı ele geçirdiğinde savaş ganimetleri arasında altın puta da rastlarlar. Yani putperestlik de inançları arasında vardır. Çin tarihçilerine göre, Hun prensi bu put karşısında Gök Tanrı’ya kurbanlar sunmaktadır. Türk akınlarından korunmak için Çinliler hala büyük bir kısmı ayakta duran “Çin Seddi’ni” yapmışlardır. Orta Asya bozkır halklarının ortak özelliği işte bu saldırgan tutumdur. Karahan Beyi Satuk Buğra Han’ın Müslüman olması ile birlikte Türkler, çok büyük bir değişim geçirdiler. Dünyanın en büyük devletlerini ve medeniyetlerini kurdular. Dünyada eşsiz olan Selçuklu ve Osmanlı eserleri, bu medeniyetin insanlığa bıraktığı en önemli miras arasındadır. Bütün bu bilgileri vermekten maksat; İslam’dan önceki Türk inançlarının putperestliği ve Allah’a ortak koşmayı öngördüğünü anlatmaktır. Şimdi Moiz Kohen. Hagop Martayan, Cemal Tural, Nihal Atsız, Yılmaz Öztuna ve takipçilerine sormak gerekmez mi: Niçin biz Türkleri dünyanın en kahraman milleti yapan İslam’dan uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? Moğolları Ayncalut’ta bozguna uğratıp perişan ederek bozkırlara geri döndüren Sultan Baybars’la veya Haçlı ordularını defalarca bozguna uğratan Kılıç Arslanları bırakıp pagan inançlara sahip kavimlerin peşinden gitmek hangi akla sığar. İslam’ı yok etmek için Mohaç’a gelen Macarları, iki saatte yok eden atamız Sultan Süleyman’dan hiç utanmaz mısınız? Bize tepeden tırnağa Moiz Cohen’in temelini attığı ideolojinin ayrıştırıcılığı lazım değildir. Mason dönme ve gizli Sabetaycılar, Türk gibi görünerek çok çeşitli etnik kökenden gelen vatandaşımızı ayrıştırarak bölücülük yapmayı çok severler. Bu vatanda her şeyden önce birlik ve beraberlik, bütünleşme gerekli olduğunu bildikleri için aksine olan davranışlarda hep bunları görürüz. Millet olarak son 150-200 yıldır bizi sürekli savunmada bıraktılar. Bu dönme ve masonların ordumuzu ele geçirmeleri yüzünden her biri canımızdan birer parça olan nice vatan topraklarını gözü yaşlı, kalbi kırık bir şekilde geride bırakmak zorunda kaldık. Türkiye’nin mevcut fiziki sınırlarından ibaret bir ülke olmadığını ve aynı şekilde Türk milletini de bu sınırlar içinde yaşayanlardan ibaret görülemeyeceğini anlayamıyor musunuz? Bu ülkenin ve milletin gerisinde koskoca bir İslam medeniyeti, koskoca bir tarih, koskoca bir birikim vardır. Ülkemizin sınırları başka olsa da gönlümüzün sınırları alabildiğine geniştir. Kafatasçılığına varan bir ırkçılıktan Osmanlı Devleti çok zarar görmüştür. Şimdi de bu son vatanımızda hala biz Müslümanları incitiyorsunuz. Müslüman unsurlar, Osmanlı yurdundan ayrılarak Haçlı güçlerine yem yapılmıştır. Bugün dahi Haçlıların oyuncağı olmuş durumda nice bu bizden kopmuş devlet vardır. İşte Ortadoğu’nun en büyük devletleri ABD'nin maskarası olmuşlardır. Hâlbuki bize yakışan ırkçı ve kabileci anlayış değil; her fırsatta gönül sınırlarımız içindeki kardeşlerimizle de kucaklaşmaktır. Bu nedenle unsuriyetçiliği ve ırkçılığı reddetmek bir Müslüman için çok önemlidir. Bu nedenle eğer Kara Kuvvetlerimizin kuruluş günü için bir tarih gerekiyor ise Müslüman olduğumuz 1363’e dönülmelidir. Gurur kaynağımız TİHA gibi silahların yazılımlarına tarih vermek gerekiyor ise 1453 yılını verebilirsiniz. Fatih Sultan Mehmet Han, bu tarihte dünyada eşi benzeri görülmemiş topları dökerek aşılmaz denilen İstanbul surlarını geçmiş ve İnsanlık tarihinde Yeni Çağ denilen büyük bir değişimi başlatmıştır, vesselam… Dr. Vehbi Kara
Ekleme Tarihi: 19 Eylül 2021 - Pazar

TİHA Yazılımı ve İslam Öncesi Türkler

TİHA Yazılımı ve İslam Öncesi Türkler Dünya üzerinde Türk halkı kadar İslam adına savaşıp şehit düşmüş veya gazi olmuş bir toplum yoktur. Bunu çok iyi bilen Türk ve İslam düşmanları, savaş ile mağlup edemedikleri bu büyük İslam ordusunu çeşitli sinsi yollarla mağlup etmeye çalışmışlardır. İşte bunlardan bir tanesi; Türk ordusuna ait kuruluş tarihlerini İslam öncesi çağlara bağlayıp Türkleri, Müslümanlıktan uzaklaştırmak gayretidir. Akılları sıra Türkleri, deist veya dinsiz yapmaya çalışıyorlar. Bu konuda dönmeler en büyük gayreti gösteren topluluklardan biridir. Ülkemizde Yahudi, Yunan ve Ermeni çok sayıda dönme vardır. İsmi sizleri yanıltmasın bunlar tam olarak İslam’a dönmemiştir. Namaz kılmaz, oruç tutmaz, rakı içer ve tesettürden nefret ederler. Aslı Türk olmadığı halde soyadı kanunu sayesinde Türk kimliğine bürünerek İslam dininin en önemli emirlerini yok etmeye çalışırlar. Bu dönmeler vasıtasıyla o kadar absürt işler yapılmıştır ki anlatmakla bitmez. “Türkçülüğün Esasları” isimli kitabı yazan ve ırkçı bir tavır takınan Ziya Gökalp bir Kürttür. Türk Dil Kurumunun baş uzmanı ve ilk genel sekreteri olan Hagop Martayan ise bir Ermenidir. İsmini Agop Dilaçar olarak çevirmiş “Türk Tarih Tezi” ile birlikte “Güneş Dil Teorisini” uydurarak Türkçenin kanına girmiştir. Öyle ki; şu anda ülkemizde yaşayan çocuklar dedelerinin konuştuğu dili anlayamayacak hale gelmiştir. Diğer bir örnek ise absürtlüğün ötesinde Türk Milletine “deli gömleği” giydirmekten farksız icraatlar yapan bir hahamın oğlu olan Moiz Kohen’dir. Bu zat hakkında Mehmet Şevket Eygi bakın neler yazmıştır: “Türklerin tarih boyunca yuttukları en büyük zoka ve Mois Kohen’dir. Munis Tekinalp takma adını kullanan ve bu isimle Türk Milliyetçiliğinin kurucularından olan, Ziya Gökalp gibi diğer Türkçü ideolojinin önde gelen isimlerini de etkileyen ama aslında adı Moiz Kohen olan ve özünde Yahudi olan bu kişi her yönü ile incelenmeli kurmak istediği/kurduğu tuzaklar bertaraf edilmelidir. Neden safkan bir Yahudi olmasına rağmen en ileri Türkçülük davasını gütmüştür? Neden takma ad kullanmış ve seçtiği takma ismi buram buram Oğuz Türklüğü kokan Tekin Alp olarak seçmiştir? Osmanlı’yı yıkmak, onun din-ümmed birliğini bozup parçalamak isteyen dünya Yahudiliği her ırka kendinin üstün olduğu fikrini aşılamak için özel elemanlar mı yetiştirmiştir? Türklerin tarih boyunca yuttukları en büyük zoka, Tekin Alp takma adlı Moiz Kohen Yahudisinin uydurduğu Moizî milliyetçilik ve Türkçülük ideolojisi olmuştur. Dikkat buyurunuz, bendeniz Moizî ideolojiyi hedef ve konu alıyorum. Dini bütün milliyetçiler ve Türkçüler üzerlerine alınmasınlar. İstiklâl Mücadelesini İslâmî bayrak altında yapanlar, Cumhuriyet kurulduktan sonra dine sırt çevirdiler, İslâm’ı dışladılar ve Moiz Kohen’in (Pardon Tekin Alp’in) zehirli ideolojisini benimsediler. Böylece ebediyete kadar yaşayacak bir rejim kurduklarını sanıyorlardı. Heyhat! 87′inci kuruluş yıldönümünde temellerden korkunç çatırtılar geliyor. 1299′da kurulduğunu kabul edersek Osmanlı Devleti-i Aliyyesi 623 sene yaşamıştı. Kitaplarından birindeki bir bölüme hangi başlığı koymuştu Moiz Kohen Tekin Alp? ‘Kahr Olsun Şeriat’ diye haykırmamış mıydı? Türkler, Osmanlı bayrağı altında 600 küsur sene Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye uğrunda cihad etmişler, kanlarını i’lâ-i kelimetullah için dökmüşlerdi. Moiz Kohen Tekin Alp bu altı asırlık kutsal geleneği yıkmak, yerine kendi icadı batırıcı ve yakıcı bir ideolojiyi yeni bir din gibi ikame etmek istiyordu. Moiz Kohen hayli başarılı oldu ama onun zokasını yutan Türkler bu ideolojiden çok zarar gördüler. İslâm’ın zuhurundan bu yana Türkler Din-i Mübin-i İslâm’a hizmet ettikleri müddetçe zafer, izzet, tevfik, şeref bulmuşlardır. İçlerinden bazı beyinsizler ne zaman İslâm’a ihanet etmişlerse zelil, rezil ve sefil olmuşlardır. Tarih bu dediklerimin şahididir, başka şahit gerekmez. Birkaç nâdir kalem dışında kimsenin üzerinde durmadığı esrarlı bir konu var: Lozan’ın gizli protokolleri… İşte Türk’ün beli bu protokollerle kırılmıştır, Türkiye’nin bağrında bu protokollerle derin ve onulmaz bir yara açılmıştır. Herkes meşru sınırlar ve boyutlar içinde milletini, soydaşlarını sever ve onların iyiliği için çalışır ama Moiz Kohen’in kendine mahsus milliyetçiliği ve Türkçülüğü bambaşka bir ideoloji idi. O, Türkleri İslâm’dan kopartmak istiyordu. Bir kısım Türkler gerek lâiklik, gerek sekülerleşme, gerekse cahillik yüzünden İslâm’dan koptular ama kıyametleri de koptu. Türk ülkelerinden Özbekistan’ı ele alalım: Orada, Marksist-Leninist zulüm rejimi bile Özbekleri, Türkiye Türklerini bizdeki resmî ideolojinin bozduğu kadar bozamamıştır. İslâm’ın ilk asrında Ümmet-i Muhammed’i, Yahudi dönmesi İbn Sebe’nin fitne ve fesatları perişan etmiştir. Kıyamet’in yaklaştığı şu devirde de, Türkiye Müslümanlarını Moiz Kohen Tekin Alp’in fitneleri perişan etmiştir. Sekülerleşe sekülerleşe Müslümanlıkları ism ve resmden ibaret kalmış olan bugünün İslâmcıları özlerine dönüp gerçek faziletli Cumhuriyeti ayakta tutabilecekler mi?” İşte Kohen, Martayan gibi Türkçülüğü başka mecralara çekme ve İslam dışına atma gayreti 2021 yılında dahi devam etmektedir. Öyle ki; Akıncı Taarruzi İnsansız Hava Aracı (TİHA) yazılımına konulan mesajda “Türkiye, devlet tecrübesi 2 bin 200 yılı aşan bir ülkedir” denilerek İslam öncesi yıllar ön plana çıkarılmaya çalışılmaktadır. Yazımın uzunluğunun farkındayım. Fakat bunları şu anda benden başka kimse yazmadığı için kusuruma bakılmaması gerekir. Mehmet Şevket Eygi rahmetli oldu. Fakat yazısı baki kaldı. Bense yazımın baki kalmasından ziyade absürt ve çirkin durumların ortadan kaldırılması için mücadele ediyorum. Çünkü devlet büyüklerimiz farkında olmadan çok büyük yanlışlara imza atabilmektedirler. Umulur ki hatadan dönülüp İslam kahramanı ceddimiz atalarımız gibi nesiller yetiştiririz. Türkleri İslam öncesi çağlara döndürmekten maksat Müslümanlara darbe vurmaktır. En önemli hedeflerden bir tanesi de Türk ordusudur. Bu nedenle en büyük gayreti silahlı kuvvetlerimiz üzerinde göstermektedirler. Bunun sadece iki örneğini nasıl gerçekleştirdiklerini arz edeyim: İslam’ın kılıcı Türk ordusunu Müslümanlıktan koparmak için akla ziyan işler yapılıyor. Bunlardan bir tanesi de Kara Kuvvetleri komutanlığının 2231. Kuruluş yıldönümü kutlamalarıdır. Bu kutlamalarda, 1968 yılına kadar yeniçerilerin kuruluş yıldönümü olarak kabul edilen 1363 tarihi esas alınıyordu. Ki bu gayet doğru ve gerçekçi bir girişimdi. Fakat Nihal Atsız ve Yılmaz Öztuna’nın girişimleri ile bunu Türklerin İslam öncesi tarihine uzattılar. Cemal Tural da bunu keyfine göre değiştirerek resmileştirdi. O tarihlerde sivil otoriteyi ve halkın seçtiği yöneticileri kim takıyordu ki? 1969’da dönemin Genelkurmay Başkanı olan Cemal Tural, TRT ve PTT Genel Müdürlüğü’ne gidiyor, bu kurumları denetlemeye kalkacak kadar faşist bir zihniyeti taşıyordu. Önce Genelkurmay Başkanlığından alınıp Yüksek Askeri Şûra Üyeliğine atandı sonra da emekli edildi. İşte Türk Ordusunun kuruluş tarihini İslam öncesi çağlara götürme projesi; bu generalin başının altından kalkmıştır. Ordumuzun kuruluşunu M.Ö 209 yılına dayamakla yani Büyük Hun İmparatorluğuna uzatarak neler amaçlanmıştı? Niye “Etiler, Akad’lar da Türk’tür” diyerek daha eski tarihlere götürülmemişti? Oğuz Kağan veya diğer ismi ile Mete’nin inançları ve gelenekleri nasıldı ki Yeniçeri ocağından vazgeçilmişti? Bu soruların cevapları uzun çeker. Elimden geldiği kadar kısaltıp izah edeyim: Türkler İslam öncesi çağlarda taşa toprağa tapan bazen de Şaman büyücülerin etkisi ile çevresindeki diğer halklar gibi şehirli topluluklara saldıran göçebe bir kavimdi. Türklerin Kurt Atası vardı. Bir kısım Hunlar; hayvan atadan geldiklerine inanırlardı. Bozkurt sembolü bunlardan sadece bir tanesidir. Hayvanı kendisine uyulacak, ders alınacak bir örnek sayarlardı. İnsanın davranışları hayvana bakılarak ayarlanır, düzeltilirdi. Hayvanda düşünmek erkeğin, savaşçının davranışını belirlerdi. Göçebeyi akıncılığa ve amansız başbuğluğa yönelten, işte bu inançtı. Böylece göçebe, dünyayı kendisi için var olan bir yağma ve talan yeri sayıyordu. Ancak böyle düşünebiliyordu. Bu inancın başlıca özellikleri arasında; Totem ile topluluk arasında duygusal akrabalık bağı ve aynı totemden olan kişilerin aynı atadan geldiğine inanmak, bireyler totemin adını işaretlerini taşıması, aynı totem çevresinde toplanan kişilerin birbiriyle evlenmeleri yasaklanması, totemden olan kişiler için totem olan hayvan ya da bitkiyi yemenin yasak olmasını sayabiliriz. Genellikle hayvanlar totem sayılmıştır. Kimi zaman söz konusu hayvan yerine, onun bir parçası (kuyruğu, dili, pençesi, tüyü, vb.) totem yerine geçer. Hayvan totemleri, en çok avcılıkla geçinen ilkel toplumlarda görülür. İslam öncesi Türklerde de totem inancına uygun kimi inanç ve davranışlar izlenir. Türkler, kurdu ata tanırlar. Hunların hanı Mete’nin soyu ejdere dayanır. Büyük olasılıkla, ejder çok eski dönemlerde tapınılan bir hayvandır. Bozkır halkları inancında “Gök Tanrı” ve “Kötülüklerin Tanrısı” da vardır. Lakin Kutsal ata daha önemlidir. Zira İslamiyet’ten önceki Türk inançlarından biri de ataya tapmaktır. Bu inanç sisteminde insanın ölümün kaçınılmazlığını bilmesi en önemli husustur. Ne var ki, bu gerçeği bilmek yetmez. Ata, kendisine tapacak soyu var olduğu sürece yaşayacağına inanılmaktadır. Ataya tapmakta baba yani atanın, öldükten sonra ruhları aracılığıyla aile bireylerini koruduğuna inanılır. Hunlar’da yakın akrabaların birlikte gömülmesinden bahsedilir. Bu tapınmanın bir özelliği de ata anılarının kutlu sayılmasıdır. Hunlar her yıl Mayıs ortalarında atalarına kurban sunar. Ata mezarlarına yapılan saldırılar ağır cezalar gerektirir. Attila, Hun hanlarının aile mezarını Bizans piskoposunun soyması yüzünden 2.Balkan seferini yapar. Bu inanca göre, ölülerin silahları değerli eşyaları, takıları ile birlikte gömülür. Böylece öteki dünyada, ölen kişinin rahat yaşamı sağlanmış olur. Hunlar’da, yenilen düşmanın kafatasını altınla doldurup kadeh yapma geleneği de vardır. Asya Hun hanı, Yüeçi hanının kafatasını içki kabı olarak kullanmış olup Türkler arasında uzun süre yaşamıştır. Asyalı Hunlar, ilkyaz ve son yazlarda atalara ve doğa tanrılarına kurbanlar keserler. Han Tanhu, gündüz güneşi, gece dolunayı ulular. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar girişimlerini ay-yıldız hareketleri ile denetler. Tabgaçlar ilk ve son yazda atalara kurban sunarlar. Kurbanlar taş ev tapınağı içinde kesilir, çevreye kayın ağaçları dikilir. Bunlardan kutlu ormanlar oluşur. Saldırıyı ve savaşı ancak Ay’ın büyümekte olduğu ya da dolunay biçimine geldiğinde göze alırlardı. Büyük han; her sabah çadırından çıkar ve tapınarak Güneşi selamlardı. Uğur getiren yeni Ay’ı gördüğü zaman da aynı saygı ile Ay’ı selamlardı. Yer-su inancında ise en özgün gösterge dağlardır. Hunlar, eski yurtlarında Hanyuan Dağı’nda her yıl Gök Tanrıya kurban keser. Hun hanları Çin’le yaptıkları sözleşmeleri Hunda Dağı tepesinde kurban keserek kutlarlar. Gök Tanrı inancı ile dağa tapmak birbiriyle yakından ilgilidir. Efsanelerde Orta Asya’nın verimli dağları Çinlilerce tutulduğu dönemlerin anılarını yansıtır. Bolluk yıllarını yitiren göçebeler bu dağların anılarını uzun yıllar anımsayacaklardır. Hunlar, Gansu ilindeki Tsilenşan Dağı’ndan ayrıldıktan sonra ağıtlar yakmışlar; dağlar, ırmaklar, göllerin tümünü canlı kabul etmişlerdir. Kutsadıkları ırmaklar, göller salt yerel nesneler olmayıp konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan varlıklardır. Bu bilgilerin çoğu Çin kaynaklarından alınmıştır. Orta Asya Şamanizmi’nin esaslarında işte bunlara yani Gök Tanrı, Güneş, Ay, yer, su, ata, ateşe tapmak yatmaktadır. M.Ö. 121 yılında Çinliler bir Hun prensini yenip otağı ele geçirdiğinde savaş ganimetleri arasında altın puta da rastlarlar. Yani putperestlik de inançları arasında vardır. Çin tarihçilerine göre, Hun prensi bu put karşısında Gök Tanrı’ya kurbanlar sunmaktadır. Türk akınlarından korunmak için Çinliler hala büyük bir kısmı ayakta duran “Çin Seddi’ni” yapmışlardır. Orta Asya bozkır halklarının ortak özelliği işte bu saldırgan tutumdur. Karahan Beyi Satuk Buğra Han’ın Müslüman olması ile birlikte Türkler, çok büyük bir değişim geçirdiler. Dünyanın en büyük devletlerini ve medeniyetlerini kurdular. Dünyada eşsiz olan Selçuklu ve Osmanlı eserleri, bu medeniyetin insanlığa bıraktığı en önemli miras arasındadır. Bütün bu bilgileri vermekten maksat; İslam’dan önceki Türk inançlarının putperestliği ve Allah’a ortak koşmayı öngördüğünü anlatmaktır. Şimdi Moiz Kohen. Hagop Martayan, Cemal Tural, Nihal Atsız, Yılmaz Öztuna ve takipçilerine sormak gerekmez mi: Niçin biz Türkleri dünyanın en kahraman milleti yapan İslam’dan uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? Moğolları Ayncalut’ta bozguna uğratıp perişan ederek bozkırlara geri döndüren Sultan Baybars’la veya Haçlı ordularını defalarca bozguna uğratan Kılıç Arslanları bırakıp pagan inançlara sahip kavimlerin peşinden gitmek hangi akla sığar. İslam’ı yok etmek için Mohaç’a gelen Macarları, iki saatte yok eden atamız Sultan Süleyman’dan hiç utanmaz mısınız? Bize tepeden tırnağa Moiz Cohen’in temelini attığı ideolojinin ayrıştırıcılığı lazım değildir. Mason dönme ve gizli Sabetaycılar, Türk gibi görünerek çok çeşitli etnik kökenden gelen vatandaşımızı ayrıştırarak bölücülük yapmayı çok severler. Bu vatanda her şeyden önce birlik ve beraberlik, bütünleşme gerekli olduğunu bildikleri için aksine olan davranışlarda hep bunları görürüz. Millet olarak son 150-200 yıldır bizi sürekli savunmada bıraktılar. Bu dönme ve masonların ordumuzu ele geçirmeleri yüzünden her biri canımızdan birer parça olan nice vatan topraklarını gözü yaşlı, kalbi kırık bir şekilde geride bırakmak zorunda kaldık. Türkiye’nin mevcut fiziki sınırlarından ibaret bir ülke olmadığını ve aynı şekilde Türk milletini de bu sınırlar içinde yaşayanlardan ibaret görülemeyeceğini anlayamıyor musunuz? Bu ülkenin ve milletin gerisinde koskoca bir İslam medeniyeti, koskoca bir tarih, koskoca bir birikim vardır. Ülkemizin sınırları başka olsa da gönlümüzün sınırları alabildiğine geniştir. Kafatasçılığına varan bir ırkçılıktan Osmanlı Devleti çok zarar görmüştür. Şimdi de bu son vatanımızda hala biz Müslümanları incitiyorsunuz. Müslüman unsurlar, Osmanlı yurdundan ayrılarak Haçlı güçlerine yem yapılmıştır. Bugün dahi Haçlıların oyuncağı olmuş durumda nice bu bizden kopmuş devlet vardır. İşte Ortadoğu’nun en büyük devletleri ABD'nin maskarası olmuşlardır. Hâlbuki bize yakışan ırkçı ve kabileci anlayış değil; her fırsatta gönül sınırlarımız içindeki kardeşlerimizle de kucaklaşmaktır. Bu nedenle unsuriyetçiliği ve ırkçılığı reddetmek bir Müslüman için çok önemlidir. Bu nedenle eğer Kara Kuvvetlerimizin kuruluş günü için bir tarih gerekiyor ise Müslüman olduğumuz 1363’e dönülmelidir. Gurur kaynağımız TİHA gibi silahların yazılımlarına tarih vermek gerekiyor ise 1453 yılını verebilirsiniz. Fatih Sultan Mehmet Han, bu tarihte dünyada eşi benzeri görülmemiş topları dökerek aşılmaz denilen İstanbul surlarını geçmiş ve İnsanlık tarihinde Yeni Çağ denilen büyük bir değişimi başlatmıştır, vesselam… Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.