Mehmet Nuri BİNGÖL
Köşe Yazarı
Mehmet Nuri BİNGÖL
 

İMAN VE AMEL

İMAN VE AMEL   Günümüzdeki İslam alimlerinin pek çoğu itikat üzerinde değil de fıkıh, amel ve kalbî feyiz üzerinde durmuşlardır. Amel ve şeriat ilimlerinin ihyası, temel olan iman ve itikadın canlı ve hayatlı olmasına bakar. Bu zamanda türlü ideoloji ve Bediüzzaman’ın Nur risalelerinde “ehl-i dalalet” dediği “Doğru Yolun Sapık Kolları” (Necip Fazıl) en çok iman ve itikada hücum etmektedir. İmana ve “Ehl-i sünnet” itikadına hususi taarruzlar  Nur risalelerinin hizmet metoduyla çökertilince “milletin imanını selamette” görerek sürur bulunacağı pek açıktır müellifinin. Dalalet ehlinin (inanç yönüyle sapık felsefî yorumların) bu planını gören Said Nursi, bütün mesaisini İslam’ın temeli ve kökü konumunda olan imanın takviye ve teyidine sarf etti. Diğer İslam alimlerinin iman hususunda pek fazla açıklama ve çağrı yapmamaları, devirlerindeki şartlardan ileri geliyordu. O devirlerde “Teslim kavi” idi. Ariflerin nasihatlarının tesir etmediği yüzde bir insan ya vardı ya yoktu. Zamanımızda ise yüzden birine ancak tesir etmekte. ( Mesnevi, Mukaddeme) Üstat gibi çaba gösterilmemesi, Kuran, Hadisler, İslami hükümlere saldırı olduğundan daha çok eser vermiştir. Nur kitapçıkları (risaleleri) ise iman alanında altı bin sayfalıktır, diğer alimlerin eserlerinde imana dair meseleler oldukça sınırlıdır ve günümüz gençliği ile insanının felsefi sorularına cevapta yetersizdir. Nur risaleleriyle kelam ilminde bu manada yenilik yapılırken çağdaşları olan diğer alimler ekseriyetle klasik kelam geleneğine bağlı kalmışlardır. Halbuki klasik kelam metotlarının bu zamanın materyalist felsefesi karşısında, yetersiz ve kafi olmadığı ortadadır. İslami hareket anlayışlardan siyasi ve “inkılapçı” olanlarının, Osmanlı bakiyesi “coğrafyamızda” düşünce bakımından tam bir bir kesifliğe sahip olmadığından üstünde durmayacağız. Bu, kalp merkezli ve manevi feyiz almayı kâfi gören  hareketlerin (tarikat) çoğu ehli sünnet dairesindedir. Esas olarak Kuran ve sünneti ölçü alırlar. Temel hareket ve gayeleri ise iman ve ahlakın fertler üstünde hakim kılınmasıdır. Bu yüzden içtimai değil fert merkezlidir.  Bu hareketler,  fertlerin istikametli oluşuyla sosyal dönüşümün tepeden inmeci değil  genel ahlakın düzelmesinin neticesinde toplumun da düzelmesini öngörüyorlar. Yani zararsız ve riski olmayan bir toplumsal dönüşümü savunuyorlar. Geleneksel İslam hareketleri içinde Nur hareketini diğerlerinden farklı kılan, Nur risalelerinin Kuran ve sünnete bağlı olması, tarz ve metotudunu da bu iki temel kaynaktan almasıdır. Bediüzzaman’ın altı bin sayfalık külliyatı, hizmeti ve duruşuna baktığımızda nezihâne ve nazikane “kavl-i leyyin”in (yumuşak dilin), onun usul ve üslubunun esası olduğunu görüyoruz. Ahir zamandaki bir tebliğcinin, imani meselelerde mücadele tarzını seçmesinin zararlı olduğunu; itidal ile ve fikir alış verişi şeklinde bahsetmenin daha uygun olduğunu vurgulanmıştır.1 Nur risalelerinin (kitapçıklarının) sayfalarında karşımıza çıkan “Ulum (ilimler) ve fünunun (fenlerin) en parlağı olan belâgat (hitap ettiği çağ insanına göre uygun, yeterli ve hakikatli söz söyleme sanatı) ve cezalet, bütün envâıyla âhirzamanda en merğub (rağbet edilen) bir sûret alacaktır. Hatta insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için en keskin silâhını cezâlet-i beyandan (sözün güzel ifade edilmesinden), en mukâvemetsûz kuvvetini belâgat-ı edâdan alacaktır”2 ifadeleri  konunun ehemmiyetini ispat etmektedir. Daima çağa ve “nesl-i cedid” dediği gençliğe seslenen Nur Müellifi her türlü hüznü ve endişeyi tattı hayatında. Her türlü elem ve kederle hemhâl oldu. 35 yıl boyunca çekmediği cefa, görmediği eza kalmadı. Şehirden şehre sürgüne yollandı. Ona sıkıntı verenlere beddua bile etmedi. Talebelerine ona yapılanların intikamını, imana daha çok hizmet ederek almalarını vasiyet etti. ( Konuşan Yalnız Hakikattır makalesi) Risale-i Nur’un kişi eksenli imanı ihya mektebi, toplumun bütün kesimlerini kucaklıyor. Onun güçlü izah, irşat ve ikazları, orijinal tespitleri Kurani ve Nebevi tebliğ metodudur. İhya mektebi olan metottaa inkârcılara ve kitap ehli “sayılan” diğer inançlara karşı, tavrımızdaki İslami tebliğ ölçüsünün ne olması gerektiğinin cevabı yine Nur risalelerindedir. “O âlim ve vâiz zata benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de o zatı ve onun gibileri münâkaşa ve münâzaraya sevk etmeyiniz. Kim olursa olsun madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü daha şiddetli düşmanlar  var. Elimizde nur var, topuz yok. Nur incitmez, ışığı ile okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa ilimden gelen enâniyeti de varsa enâniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar ‘Boş lâf konuşanlara rastladıklarında vakar ile oradan geçip giderler’3 düsturunu rehber edininiz. Fikren bir yanlışı varsa da affediniz. Değil onlar gibi ehl-i diyanete ve tarikate mensup Müslümanlar (dindar ve kalp ehli Müslümanlar), şimdi bu acîp zamanda imanı bulunan ve fırka-i dâlleden (Müslüman görünüp sünnet itikadına ters inanan ve bida ehli)  bile olsa onlarla medâr-ı niza (kavga, çekişme sebebi) noktaları münâkaşa etmemeleri hem bu acîp zaman hem mesleğimiz hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.”4 Bu ihya mektebinin inkârcılara karşı hareket tarzı ise yine Muhterem Müellif tarafından şu şekilde izah edilmiştir: “Bir insana zâtı için değil, kötü sıfatları için düşmanlık edilir.”5 O hâlde biz kâfirin küfür sıfatına düşman olacak, o sıfatı taşıdığı için de onu sevmeyeceğiz. Ama inkârdan kurtulmasına, necatına, hidayetine de dua edip gayret göstereceğiz. Kitap ehline karşı alınacak tavır, Kuran’da gayet açık ve net olarak belirtilmiştir. “Kitap ehliyle ancak en güzel yoldan mücadele edin. Güzellikle, yumuşaklılıkla Hakk’ı anlatın.” Bu mektebin muallimlerine hakkı anlatmada gösterecekleri hoşgörünün sınırı bu Kurani gerçekle çizilmiştir. Bu mektebin müdavimleri Güneşten daha parlak, Cennet gibi güzel ve ebedî saadet gibi şirin bir hakikate hayatını vakfetmiş nurlu bir yolun yolcularıdır. (Kastamonu Lahikası) “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” şeklindeki Resulullah emrine “gerdandide” olmuş insanlardır, ya da öyle olmalıdırlar. Söz konusu ihya mektebi muallimleri tebliğde, insanları geçmiş asırların şartlarındaymış gibi düşünerek davranmaz. “Nur Üstad”, bu ifadeleriyle meseleye açıklık getirir: “Tahmin ederim, nasihlerin (nasihatçıların) nasihatleri şu zamanda tesirsiz kalmasının bir sebebi şudur ki, ahlaksız insanlara derler: 'Haset etme, hırs gösterme, adavet etme,dünyayı sevme!' Yani fıtratını (yaratılışını) değiştir gibi zahiren onlarca malayutak (imkânsız) bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, 'Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz', hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif ( nasihat) olur.'' 6 İmanı ihya vazifesinde her gençlik  ayrı bakımdan şüphededir diye kabul edilir. Kime ne anlatılması gereği tam tespit edilmediği için bunca nasihatçı bir netice elde edemiyorlar şeklinde bilirler. “Düşmanın silahıyla silahlanınız.” emrinin gereğini yapmayıp sanat-edebiyat-sinema-tv. dizileri ihmal edilince “dalalet ehli ve ateist fikir sahipleri” -kelimenin tam manasıyla- orta yerde cirit attığınıgörürler, bu müşahedenin ümitsizlik ve kötümserlik olduğunu da kabul etmezler. Bu hususu Bediüzzaman şöyle dile getirir: “... Kastamonu’nun dağında bağırarak mükerrer defa (tekrar tekrar)  dedim: “Kardeşlerim, ata et aslana ort atmayınız”. Yani, “Her risaleyi herkese vermeyiniz.” (Lem’alar, s.250). Bu ihya mektebi talebeleri ne siyasi ne hizip anlayışı bakımından herhangi bir taraftarlığa girmezler. Öyle ki Şualar’ın 331. sayfasında bu umdenin en geniş sınırı çizilir: “Eğer Risale-i Nur'u tenkit fikriyle tetkik eden (inceleyen)  adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni idam ile mahkûm etseler; şahit olunuz hakkımı onlara helal ediyorum. Çünkü biz hizmetkârız. Risale-i Nur'un vazifesi, imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek (ayırmayarak), hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmakla mükellefiz.'' İmani noktadan insanlara faydalı olmak için Nur kitapçıklarından (risalelerinden) Mektubat’taki “Uhuvvet Risalesi”nde, inanan birinin hayat görüşünde “hem moral yönüyle hem de maddi olarak” ikram-sever vaziyet alması  gerektiği vazedilir. Gerçekten de bu asrın en büyük ölçülerinden biri de maddi- manevi faydacılıktır. “Eğer hasmını mağlup etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder (artar). zahiren mağlup bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder (pişman olur), sana dost olur.'' (Mektubat, s. 256) İman nurunu hayatlandırma (ihya) mektebi belli bir çatı veya insan grubuna münhasır değil, “muhtaç herkes”in iştirak edebileceği bir açık öğretim medresesi (üniversitesi) gibidir. ''Elbette bizlere lazım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen, din tedrisatı için hususi dershâneler açılma ve izin verilmesine binaen Nur şakirtleri, mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye (Nur menzili) açmak lazımdır; gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlerinin izahı olduğu için hem ilim hem marifet hem ibadettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor.'' 7 İmanı tebliğ etme esaslarını talebelerinin yaşamaya gayret etmesinin adıdır imanı ihya mektebi. Hayatın bir zarureti hâline gelince politik zemine bakıp tavır alırlar ama bu hiçbir zaman ‘ehven’ gördükleri tarafa kalpleriyle bağlanma şeklinde olmaz. Bir siyasi akıma “mana-yı ismiyle” girmeyip tabi olmaz bu okulun mensupları, sadece en haksızın karşısında nispeten haklı tarafa destek olurlar. O da “daha büyük bir” şerrin hâkimiyet kurmaması için. “Evet, Nur talebelerinin siyasetlerle alakası olmaz. Yalnız iman hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Risale-i Nur, dünyada her cerayanın (akımın) fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, (herkesin malı olması yüzünden) bir tarafa tabi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz (saldırgan) dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad (dayanak noktası) olur. Fakat siyaset hesabına değil, nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler, nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.'' 8 Mehmet Nuri BİNGÖL   Dipnotlar: 1-Kastamonu Lâhikası s. 42. 2-Sözler. 3-Furkan Sûresi. 4-Kastamonu Lâhikası s. 191. 5-Münâzarât. 6-Mektubat, s.38 7-(Emirdağ Lah. 1. S.245) 8-Emirdağ lah1. s. 157        
Ekleme Tarihi: 22 Mayıs 2021 - Cumartesi

İMAN VE AMEL

İMAN VE AMEL   Günümüzdeki İslam alimlerinin pek çoğu itikat üzerinde değil de fıkıh, amel ve kalbî feyiz üzerinde durmuşlardır. Amel ve şeriat ilimlerinin ihyası, temel olan iman ve itikadın canlı ve hayatlı olmasına bakar. Bu zamanda türlü ideoloji ve Bediüzzaman’ın Nur risalelerinde “ehl-i dalalet” dediği “Doğru Yolun Sapık Kolları” (Necip Fazıl) en çok iman ve itikada hücum etmektedir. İmana ve “Ehl-i sünnet” itikadına hususi taarruzlar  Nur risalelerinin hizmet metoduyla çökertilince “milletin imanını selamette” görerek sürur bulunacağı pek açıktır müellifinin. Dalalet ehlinin (inanç yönüyle sapık felsefî yorumların) bu planını gören Said Nursi, bütün mesaisini İslam’ın temeli ve kökü konumunda olan imanın takviye ve teyidine sarf etti. Diğer İslam alimlerinin iman hususunda pek fazla açıklama ve çağrı yapmamaları, devirlerindeki şartlardan ileri geliyordu. O devirlerde “Teslim kavi” idi. Ariflerin nasihatlarının tesir etmediği yüzde bir insan ya vardı ya yoktu. Zamanımızda ise yüzden birine ancak tesir etmekte. ( Mesnevi, Mukaddeme) Üstat gibi çaba gösterilmemesi, Kuran, Hadisler, İslami hükümlere saldırı olduğundan daha çok eser vermiştir. Nur kitapçıkları (risaleleri) ise iman alanında altı bin sayfalıktır, diğer alimlerin eserlerinde imana dair meseleler oldukça sınırlıdır ve günümüz gençliği ile insanının felsefi sorularına cevapta yetersizdir. Nur risaleleriyle kelam ilminde bu manada yenilik yapılırken çağdaşları olan diğer alimler ekseriyetle klasik kelam geleneğine bağlı kalmışlardır. Halbuki klasik kelam metotlarının bu zamanın materyalist felsefesi karşısında, yetersiz ve kafi olmadığı ortadadır. İslami hareket anlayışlardan siyasi ve “inkılapçı” olanlarının, Osmanlı bakiyesi “coğrafyamızda” düşünce bakımından tam bir bir kesifliğe sahip olmadığından üstünde durmayacağız. Bu, kalp merkezli ve manevi feyiz almayı kâfi gören  hareketlerin (tarikat) çoğu ehli sünnet dairesindedir. Esas olarak Kuran ve sünneti ölçü alırlar. Temel hareket ve gayeleri ise iman ve ahlakın fertler üstünde hakim kılınmasıdır. Bu yüzden içtimai değil fert merkezlidir.  Bu hareketler,  fertlerin istikametli oluşuyla sosyal dönüşümün tepeden inmeci değil  genel ahlakın düzelmesinin neticesinde toplumun da düzelmesini öngörüyorlar. Yani zararsız ve riski olmayan bir toplumsal dönüşümü savunuyorlar. Geleneksel İslam hareketleri içinde Nur hareketini diğerlerinden farklı kılan, Nur risalelerinin Kuran ve sünnete bağlı olması, tarz ve metotudunu da bu iki temel kaynaktan almasıdır. Bediüzzaman’ın altı bin sayfalık külliyatı, hizmeti ve duruşuna baktığımızda nezihâne ve nazikane “kavl-i leyyin”in (yumuşak dilin), onun usul ve üslubunun esası olduğunu görüyoruz. Ahir zamandaki bir tebliğcinin, imani meselelerde mücadele tarzını seçmesinin zararlı olduğunu; itidal ile ve fikir alış verişi şeklinde bahsetmenin daha uygun olduğunu vurgulanmıştır.1 Nur risalelerinin (kitapçıklarının) sayfalarında karşımıza çıkan “Ulum (ilimler) ve fünunun (fenlerin) en parlağı olan belâgat (hitap ettiği çağ insanına göre uygun, yeterli ve hakikatli söz söyleme sanatı) ve cezalet, bütün envâıyla âhirzamanda en merğub (rağbet edilen) bir sûret alacaktır. Hatta insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için en keskin silâhını cezâlet-i beyandan (sözün güzel ifade edilmesinden), en mukâvemetsûz kuvvetini belâgat-ı edâdan alacaktır”2 ifadeleri  konunun ehemmiyetini ispat etmektedir. Daima çağa ve “nesl-i cedid” dediği gençliğe seslenen Nur Müellifi her türlü hüznü ve endişeyi tattı hayatında. Her türlü elem ve kederle hemhâl oldu. 35 yıl boyunca çekmediği cefa, görmediği eza kalmadı. Şehirden şehre sürgüne yollandı. Ona sıkıntı verenlere beddua bile etmedi. Talebelerine ona yapılanların intikamını, imana daha çok hizmet ederek almalarını vasiyet etti. ( Konuşan Yalnız Hakikattır makalesi) Risale-i Nur’un kişi eksenli imanı ihya mektebi, toplumun bütün kesimlerini kucaklıyor. Onun güçlü izah, irşat ve ikazları, orijinal tespitleri Kurani ve Nebevi tebliğ metodudur. İhya mektebi olan metottaa inkârcılara ve kitap ehli “sayılan” diğer inançlara karşı, tavrımızdaki İslami tebliğ ölçüsünün ne olması gerektiğinin cevabı yine Nur risalelerindedir. “O âlim ve vâiz zata benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de o zatı ve onun gibileri münâkaşa ve münâzaraya sevk etmeyiniz. Kim olursa olsun madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü daha şiddetli düşmanlar  var. Elimizde nur var, topuz yok. Nur incitmez, ışığı ile okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa ilimden gelen enâniyeti de varsa enâniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar ‘Boş lâf konuşanlara rastladıklarında vakar ile oradan geçip giderler’3 düsturunu rehber edininiz. Fikren bir yanlışı varsa da affediniz. Değil onlar gibi ehl-i diyanete ve tarikate mensup Müslümanlar (dindar ve kalp ehli Müslümanlar), şimdi bu acîp zamanda imanı bulunan ve fırka-i dâlleden (Müslüman görünüp sünnet itikadına ters inanan ve bida ehli)  bile olsa onlarla medâr-ı niza (kavga, çekişme sebebi) noktaları münâkaşa etmemeleri hem bu acîp zaman hem mesleğimiz hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.”4 Bu ihya mektebinin inkârcılara karşı hareket tarzı ise yine Muhterem Müellif tarafından şu şekilde izah edilmiştir: “Bir insana zâtı için değil, kötü sıfatları için düşmanlık edilir.”5 O hâlde biz kâfirin küfür sıfatına düşman olacak, o sıfatı taşıdığı için de onu sevmeyeceğiz. Ama inkârdan kurtulmasına, necatına, hidayetine de dua edip gayret göstereceğiz. Kitap ehline karşı alınacak tavır, Kuran’da gayet açık ve net olarak belirtilmiştir. “Kitap ehliyle ancak en güzel yoldan mücadele edin. Güzellikle, yumuşaklılıkla Hakk’ı anlatın.” Bu mektebin muallimlerine hakkı anlatmada gösterecekleri hoşgörünün sınırı bu Kurani gerçekle çizilmiştir. Bu mektebin müdavimleri Güneşten daha parlak, Cennet gibi güzel ve ebedî saadet gibi şirin bir hakikate hayatını vakfetmiş nurlu bir yolun yolcularıdır. (Kastamonu Lahikası) “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” şeklindeki Resulullah emrine “gerdandide” olmuş insanlardır, ya da öyle olmalıdırlar. Söz konusu ihya mektebi muallimleri tebliğde, insanları geçmiş asırların şartlarındaymış gibi düşünerek davranmaz. “Nur Üstad”, bu ifadeleriyle meseleye açıklık getirir: “Tahmin ederim, nasihlerin (nasihatçıların) nasihatleri şu zamanda tesirsiz kalmasının bir sebebi şudur ki, ahlaksız insanlara derler: 'Haset etme, hırs gösterme, adavet etme,dünyayı sevme!' Yani fıtratını (yaratılışını) değiştir gibi zahiren onlarca malayutak (imkânsız) bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, 'Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz', hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif ( nasihat) olur.'' 6 İmanı ihya vazifesinde her gençlik  ayrı bakımdan şüphededir diye kabul edilir. Kime ne anlatılması gereği tam tespit edilmediği için bunca nasihatçı bir netice elde edemiyorlar şeklinde bilirler. “Düşmanın silahıyla silahlanınız.” emrinin gereğini yapmayıp sanat-edebiyat-sinema-tv. dizileri ihmal edilince “dalalet ehli ve ateist fikir sahipleri” -kelimenin tam manasıyla- orta yerde cirit attığınıgörürler, bu müşahedenin ümitsizlik ve kötümserlik olduğunu da kabul etmezler. Bu hususu Bediüzzaman şöyle dile getirir: “... Kastamonu’nun dağında bağırarak mükerrer defa (tekrar tekrar)  dedim: “Kardeşlerim, ata et aslana ort atmayınız”. Yani, “Her risaleyi herkese vermeyiniz.” (Lem’alar, s.250). Bu ihya mektebi talebeleri ne siyasi ne hizip anlayışı bakımından herhangi bir taraftarlığa girmezler. Öyle ki Şualar’ın 331. sayfasında bu umdenin en geniş sınırı çizilir: “Eğer Risale-i Nur'u tenkit fikriyle tetkik eden (inceleyen)  adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni idam ile mahkûm etseler; şahit olunuz hakkımı onlara helal ediyorum. Çünkü biz hizmetkârız. Risale-i Nur'un vazifesi, imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek (ayırmayarak), hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmakla mükellefiz.'' İmani noktadan insanlara faydalı olmak için Nur kitapçıklarından (risalelerinden) Mektubat’taki “Uhuvvet Risalesi”nde, inanan birinin hayat görüşünde “hem moral yönüyle hem de maddi olarak” ikram-sever vaziyet alması  gerektiği vazedilir. Gerçekten de bu asrın en büyük ölçülerinden biri de maddi- manevi faydacılıktır. “Eğer hasmını mağlup etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder (artar). zahiren mağlup bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder (pişman olur), sana dost olur.'' (Mektubat, s. 256) İman nurunu hayatlandırma (ihya) mektebi belli bir çatı veya insan grubuna münhasır değil, “muhtaç herkes”in iştirak edebileceği bir açık öğretim medresesi (üniversitesi) gibidir. ''Elbette bizlere lazım ve millete elzem, şimdi resmen izin verilen, din tedrisatı için hususi dershâneler açılma ve izin verilmesine binaen Nur şakirtleri, mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye (Nur menzili) açmak lazımdır; gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlerinin izahı olduğu için hem ilim hem marifet hem ibadettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor.'' 7 İmanı tebliğ etme esaslarını talebelerinin yaşamaya gayret etmesinin adıdır imanı ihya mektebi. Hayatın bir zarureti hâline gelince politik zemine bakıp tavır alırlar ama bu hiçbir zaman ‘ehven’ gördükleri tarafa kalpleriyle bağlanma şeklinde olmaz. Bir siyasi akıma “mana-yı ismiyle” girmeyip tabi olmaz bu okulun mensupları, sadece en haksızın karşısında nispeten haklı tarafa destek olurlar. O da “daha büyük bir” şerrin hâkimiyet kurmaması için. “Evet, Nur talebelerinin siyasetlerle alakası olmaz. Yalnız iman hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Risale-i Nur, dünyada her cerayanın (akımın) fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, (herkesin malı olması yüzünden) bir tarafa tabi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz (saldırgan) dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad (dayanak noktası) olur. Fakat siyaset hesabına değil, nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler, nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.'' 8 Mehmet Nuri BİNGÖL   Dipnotlar: 1-Kastamonu Lâhikası s. 42. 2-Sözler. 3-Furkan Sûresi. 4-Kastamonu Lâhikası s. 191. 5-Münâzarât. 6-Mektubat, s.38 7-(Emirdağ Lah. 1. S.245) 8-Emirdağ lah1. s. 157        
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.