Prof.Dr Cahit KURBANOĞLU
Köşe Yazarı
Prof.Dr Cahit KURBANOĞLU
 

15 Temmuz 2016 gecesi ve 16 Temmuz 2016 sabahını unutmayacağız

15 Temmuz 2016 gecesi ve 16 Temmuz 2016 sabahını unutmayacağız   Ben 60 ihtilalinde ilkokul ilk sıralarında okuyan bir çocuktum. Ancak devletin başındakilerin milletten bir destek görmeden sonuç itibariyle idam olmasının bendeki etkilerini halen atamadım. O ihtilalde travma yaşadım. Sıkıyönetimin idaresinde her köşe başında bir asker, her taraf baskı altında olmasına rağmen, ben bir tek silah sesi işittiğimi hatırlamıyorum.   Hasbi bir demokrat olan, Başvekil rahmetli Adnan Menderes'i Sivas’ta ilk gelişinde 11 adet traktörle karşılayan, rahmetli babam o ihtilalde tutuklanmıştı. Allah'ın bir inayetidir ki sıkıyönetim savcısının babamı tanıması üzerine serbest bırakılmıştı. Ondan sonra 70'li yıllarda, daha sonra 80 yıllarda ve daha devam eden yıllarda bir çok maalesef ihtilaller gördüm, adeta her 10 yılda Türkiye bir ihtilal görüyordu, ancak o ihtilaller de bir silah sesi duymuş değildim.   Gelelim 15 Temmuz ihtilaline; o gün Cumhurbaşkanımız telefon konuşmasında halkı sokaklara çağırması üzerine ev halkımızın tamamını meydanlara çıkma noktasında bir heyecan sardı. Evde bakılması gereken üçü bir buçuk yaşında dört torunum vardı. Ben de siz asker yetiştirmeye devam edin.  Bu anayasalarla Türkiye'de her on yılda bir ihtilal oluyor.  Gençleri heyacanını daha fazla zorlamadan, biz erkekler göreve gideceğiz dedim. Hanımların evde kalmasını istedim.    Biz, çocuklarımızla arabaya bindik doğru boğaz köprüsünün yolunu tuttuk. Polis güvenlik sebebi ile arabamızın köprüye gitmesine müsaade etmedi. Sonra Bağlarbaşı'ndaki Ak Parti binasına doğru yol aldık, baktık orada bir hareket yoktur. Tekrar boğaz köprüsü yolunu tuttuk. Boğaz Köprüsüne bırakılmayan arabayı orada yakın bir yere park ettik. Çocuklarımız koşarak köprüye gittiler.  Ben yürüyerek ancak 15 dakikada ulaştım. Onların yanına giderken yolda insanlar korku ve panik içinde kaçtıklarını gördüm. Bu esnada yol kenarında rastladığım insanlara kalabalıklar halinde meydanları doldurmalarının isyancılara korku vereceğini söyledim.     27 Mayıs ihtilali 'nde içimde kalan bir uhdeden dolayı gün bugündür görev başına diyerek 15 Temmuz Boğaz Köprüsünün Anadolu ayağına savaş alanına gittim. Çocukların yanına vardığımda kendimi Türk askeri kisvesi altında, bugüne kadar devletin imkanlarıyla ve milletin vergileriyle beslenerek buralara gelen ve milletinin ekmeğinden dişinden artırdığı paralarla temin ettiği ve kendilerine teslim ettiği silahları milletine kullanan terörist bir örgüt ile karşı karşıya geldim.   Boğaz Köprüsünde köprü ayaklarından yağmur gibi mermi yağıyor, tanklardan makinalı tüfeklerden, roketatarlardan, insanların üzerine yaylım ateşi açılıyor, uçaklar ses hızı üzerinde alçaktan uçarak dehşet saçıyordu. İnsanlar ateş açılırken geri püskürtülüyor, bir kısmı yere yatıyor, bir kısmı yaralanıyor, bir kısmı şehit oluyordu. Ama bir gerçek vardı o insanlar ölümden korkmuyordu. Nerede tanklar,  toplar,  silahlar var onların  üzerine "Ya Allah, Bismillah, Allah-u Ekber" diyerek gidiyordu.  Ben bir şey fark ettim, korku denen mefhum orada yoktu. Orada ülkeyi savunan bir misyon vardı, hasbi idi. ya şehit, ya gazi düşüncesi vardı. Sonuçta konu vatan meselesiydi ülke meselesiydi. Ülkenin başında olan ve insanlara taktik verip yönlendiren, Başkomutanımız, konuyu sahiplenme ve vazife verme meselesi, en önemli etkenlerden biri idi. Allah CC bu milletimizi hiçbir zaman başsız bırakmasın.    Orada hiç kimse şehit olanları, yaralananları gördüğü halde geri adım atmadı. Benim hissettiğime göre şehit olanlar, bedenleriyle değil, ama maneviyatları ile halkla beraber ve adeta milletin önünde isyankarların üzerine gidiyorlar, mihmandarlık yapıyorlar, büyük bir kuvvet oluyorlardı. Ben değil, orada millet vardı. Orada öyle bir ruh vardı ki; "ene yoktu, nahnü vardı" ben yoktu biz vardı. Orada unvan, rütbe, makam, servet, korku alameti yoktu. Korku olsa o insanlar tankların topların önüne yatar üstlerine yürürler miydi? Orada milletin şahs-ı manevisi vardı. Onun için de kimsede korku alameti yoktu. Böyle bir halet-i ruhiye içinde bendeniz Profesör olarak değil, askerlik görevini jandarma komando taburunda yedek subay olarak yapmış bir kişi olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olarak oradaydım. Şahıs ne kadar dahi ve  kahraman olsa bile orada korkardı, ama şahs-ı manevide korku eseri olmazdı ve yoktu. Oradaki insanlar, silahlı asker kisveli asilerin üzerine gidiyor. Onları silahı ile teslim alıyor, tankın önüne yatıyor, üstüne çıkıyor, içinden asker çıkarıyor teslim alıyordu. Sanki Çanakkale Şehitleri de orada milletimize yardım ediyordu. Yaralılar ve şehitler hareket alanında müdahalenin hızını kesmesine rağmen, düşmanları korku ve panik içerisindeydi. Böyle bir halet-i ruhiyede, teslim olanlara vatandaş haklı olarak tepki gösteriyor, linç etmek istiyor. Ancak orada hissiyattan çok gerçek mümin ve hakiki Türk askeri ahlakı ile hareket eden kahraman vatandaşlarımız, birden kendine silah çeken esirlerin muhafızı oluyor. Yerinde yapılan istişarelere harfiyen uyuyor, onlara bir fiske vurmayın, bunlar emir kuludur, bunları polise teslim edelim diyorlar ve polise teslim ediliyor. Polislerimizin esirlere muamelesi, Çanakkale’de askerlerimizin düşman esirlerine muamelesinden farklı değildi. Ben böyle itaatkar, kontrollü, taşkınlık yapmayan, kendisi şehit verdiği halde, esir isyankarları linç etmeyen bir millet görmedim. Öyle bir millet var, İslam'a 1000 yıldır bayraktarlık yapan Türk milletidir. Bu kahraman milleti artık dünya iyi tanımalıdır.  Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu 15 Temmuz 2021
Ekleme Tarihi: 15 Temmuz 2021 - Perşembe

15 Temmuz 2016 gecesi ve 16 Temmuz 2016 sabahını unutmayacağız

15 Temmuz 2016 gecesi ve 16 Temmuz 2016 sabahını unutmayacağız   Ben 60 ihtilalinde ilkokul ilk sıralarında okuyan bir çocuktum. Ancak devletin başındakilerin milletten bir destek görmeden sonuç itibariyle idam olmasının bendeki etkilerini halen atamadım. O ihtilalde travma yaşadım. Sıkıyönetimin idaresinde her köşe başında bir asker, her taraf baskı altında olmasına rağmen, ben bir tek silah sesi işittiğimi hatırlamıyorum.   Hasbi bir demokrat olan, Başvekil rahmetli Adnan Menderes'i Sivas’ta ilk gelişinde 11 adet traktörle karşılayan, rahmetli babam o ihtilalde tutuklanmıştı. Allah'ın bir inayetidir ki sıkıyönetim savcısının babamı tanıması üzerine serbest bırakılmıştı. Ondan sonra 70'li yıllarda, daha sonra 80 yıllarda ve daha devam eden yıllarda bir çok maalesef ihtilaller gördüm, adeta her 10 yılda Türkiye bir ihtilal görüyordu, ancak o ihtilaller de bir silah sesi duymuş değildim.   Gelelim 15 Temmuz ihtilaline; o gün Cumhurbaşkanımız telefon konuşmasında halkı sokaklara çağırması üzerine ev halkımızın tamamını meydanlara çıkma noktasında bir heyecan sardı. Evde bakılması gereken üçü bir buçuk yaşında dört torunum vardı. Ben de siz asker yetiştirmeye devam edin.  Bu anayasalarla Türkiye'de her on yılda bir ihtilal oluyor.  Gençleri heyacanını daha fazla zorlamadan, biz erkekler göreve gideceğiz dedim. Hanımların evde kalmasını istedim.    Biz, çocuklarımızla arabaya bindik doğru boğaz köprüsünün yolunu tuttuk. Polis güvenlik sebebi ile arabamızın köprüye gitmesine müsaade etmedi. Sonra Bağlarbaşı'ndaki Ak Parti binasına doğru yol aldık, baktık orada bir hareket yoktur. Tekrar boğaz köprüsü yolunu tuttuk. Boğaz Köprüsüne bırakılmayan arabayı orada yakın bir yere park ettik. Çocuklarımız koşarak köprüye gittiler.  Ben yürüyerek ancak 15 dakikada ulaştım. Onların yanına giderken yolda insanlar korku ve panik içinde kaçtıklarını gördüm. Bu esnada yol kenarında rastladığım insanlara kalabalıklar halinde meydanları doldurmalarının isyancılara korku vereceğini söyledim.     27 Mayıs ihtilali 'nde içimde kalan bir uhdeden dolayı gün bugündür görev başına diyerek 15 Temmuz Boğaz Köprüsünün Anadolu ayağına savaş alanına gittim. Çocukların yanına vardığımda kendimi Türk askeri kisvesi altında, bugüne kadar devletin imkanlarıyla ve milletin vergileriyle beslenerek buralara gelen ve milletinin ekmeğinden dişinden artırdığı paralarla temin ettiği ve kendilerine teslim ettiği silahları milletine kullanan terörist bir örgüt ile karşı karşıya geldim.   Boğaz Köprüsünde köprü ayaklarından yağmur gibi mermi yağıyor, tanklardan makinalı tüfeklerden, roketatarlardan, insanların üzerine yaylım ateşi açılıyor, uçaklar ses hızı üzerinde alçaktan uçarak dehşet saçıyordu. İnsanlar ateş açılırken geri püskürtülüyor, bir kısmı yere yatıyor, bir kısmı yaralanıyor, bir kısmı şehit oluyordu. Ama bir gerçek vardı o insanlar ölümden korkmuyordu. Nerede tanklar,  toplar,  silahlar var onların  üzerine "Ya Allah, Bismillah, Allah-u Ekber" diyerek gidiyordu.  Ben bir şey fark ettim, korku denen mefhum orada yoktu. Orada ülkeyi savunan bir misyon vardı, hasbi idi. ya şehit, ya gazi düşüncesi vardı. Sonuçta konu vatan meselesiydi ülke meselesiydi. Ülkenin başında olan ve insanlara taktik verip yönlendiren, Başkomutanımız, konuyu sahiplenme ve vazife verme meselesi, en önemli etkenlerden biri idi. Allah CC bu milletimizi hiçbir zaman başsız bırakmasın.    Orada hiç kimse şehit olanları, yaralananları gördüğü halde geri adım atmadı. Benim hissettiğime göre şehit olanlar, bedenleriyle değil, ama maneviyatları ile halkla beraber ve adeta milletin önünde isyankarların üzerine gidiyorlar, mihmandarlık yapıyorlar, büyük bir kuvvet oluyorlardı. Ben değil, orada millet vardı. Orada öyle bir ruh vardı ki; "ene yoktu, nahnü vardı" ben yoktu biz vardı. Orada unvan, rütbe, makam, servet, korku alameti yoktu. Korku olsa o insanlar tankların topların önüne yatar üstlerine yürürler miydi? Orada milletin şahs-ı manevisi vardı. Onun için de kimsede korku alameti yoktu. Böyle bir halet-i ruhiye içinde bendeniz Profesör olarak değil, askerlik görevini jandarma komando taburunda yedek subay olarak yapmış bir kişi olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olarak oradaydım. Şahıs ne kadar dahi ve  kahraman olsa bile orada korkardı, ama şahs-ı manevide korku eseri olmazdı ve yoktu. Oradaki insanlar, silahlı asker kisveli asilerin üzerine gidiyor. Onları silahı ile teslim alıyor, tankın önüne yatıyor, üstüne çıkıyor, içinden asker çıkarıyor teslim alıyordu. Sanki Çanakkale Şehitleri de orada milletimize yardım ediyordu. Yaralılar ve şehitler hareket alanında müdahalenin hızını kesmesine rağmen, düşmanları korku ve panik içerisindeydi. Böyle bir halet-i ruhiyede, teslim olanlara vatandaş haklı olarak tepki gösteriyor, linç etmek istiyor. Ancak orada hissiyattan çok gerçek mümin ve hakiki Türk askeri ahlakı ile hareket eden kahraman vatandaşlarımız, birden kendine silah çeken esirlerin muhafızı oluyor. Yerinde yapılan istişarelere harfiyen uyuyor, onlara bir fiske vurmayın, bunlar emir kuludur, bunları polise teslim edelim diyorlar ve polise teslim ediliyor. Polislerimizin esirlere muamelesi, Çanakkale’de askerlerimizin düşman esirlerine muamelesinden farklı değildi. Ben böyle itaatkar, kontrollü, taşkınlık yapmayan, kendisi şehit verdiği halde, esir isyankarları linç etmeyen bir millet görmedim. Öyle bir millet var, İslam'a 1000 yıldır bayraktarlık yapan Türk milletidir. Bu kahraman milleti artık dünya iyi tanımalıdır.  Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu 15 Temmuz 2021
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.