Dr. Vehbi KARA
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi KARA
 

Bahriye mektebinde Ramazan

Bahriye mektebinde Ramazan Hükümete ayar vermeye kalkışan emekli amiralleri tanımak için “Bahriye’de 15 Yıl” isimli kitabımdan istifade edebilirsiniz. Zira devlete ihanet bildirisine imza atan bu amirallerin önemli bir kısmını tanıyorum. Bir kısmı ile donanmada birlikte görev yapmışlığımız vardır. Askeri vesayet ve darbe özlemi içindeki bu insanları tanımak için makalelerim de çok faydalı olacaktır. 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 döneminde bu bildiriye benzer çok demeçlere şahit olmuş birisi olarak yaşamış olduğum hatıraları elimden geldikçe ve dilim döndükçe yazmaya çalışıyorum. Allah ömür verirse devam edeceğim. Çünkü ülkemizin en önemli kurumlarından birisi olan Deniz Kuvvetlerimizi tanımak ve sorunlarına çözüm bulmak gerekiyor. Evet, Deniz Kuvvetlerimizin kaderi mevcut amirallere bırakılmayacak kadar önemlidir. Çünkü bu amiraller özellikle darbe dönemlerinde özenle yetiştirilmişlerdir. Üstelik hürriyet, din ve vicdan özgürlüğünden habersizdirler. Faşist ve inançsız bir darbeci cuntanın acımasız askeri eğitimine maruz kalmışlardır. İşte kitabımda ve makalelerimde yazmış olduğum hususlar denizde bir katre nevinden olup sadece genel bir kanaat vermek içindir. Hazır mübarek ramazan ayı gelmiş iken askeri okulda nasıl oruç tutabildik buna da değinmek istiyorum. Çünkü Askeri okul yaşamı ve cuntacı askeri okul idarecilerin empoze etmeye çalıştığı düşünce ve değerler bilinirse; 104 amiralin imza atmış olduğu bu ihanet bildirisinin daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. Ayrıca 15 Temmuz 2016 askeri darbesine iştirak etmiş onlarca amiral var. FETÖ örgütünün özellikle Deniz Kuvvetleri Komutanlığında nasıl semirtilip büyütüldüğünü anlamak için bu hatıra yazılarından ve kitabımdan istifade edilebilir. Elbette, her 10 yılda bir yapılan askeri darbelere karşı bir çözüm aranmak isteniyorsa bu makaleler çok değerlidir. İşte Deniz Harp Okulundaki ilk öğrencilik yılımı ve 1983 yılındaki Ramazan ayını anlatayım. Çok ibretli anılarla doludur. Bu okul yöneticilerinin Türk insanına bakış açısını, dine ve dindar insanlara kaştı tutumunu, eğitim ve öğretim yapısını bir parça anlayabilmek için yaşadığım acı hatıralar ibret dolu dersler sunmaktadır. İşte 1983 yılının Ramazan ayında oruç tutmak Türk öğrencilere yasaklanmış yabancı öğrencilere ise serbest bırakılmıştı. Gören de diyecek ki İsrail’de mi okuyordunuz? Hayır! Osmanlı’nın Mühendishane-i Bahriye’yi Hümayun mektebinde okumaya çalışıyorduk! Heybeliada’da yaşadığımız 1983 yılının iftar yemekleri; benim gibi 15-20 kişi için çok farklıydı. Çünkü yasağa rağmen oruç tutuyor ve askeri okul idaresine resmen başkaldırmış bir vaziyette inançlarımızın gereğini yerine getirmeye çalışıyorduk. Üstelik daha birinci sınıf öğrencisiydik. İşin ilginç tarafı; iftar yemekleri hiçbir yerde bu kadar lezzetli değildi. Aradan 39 yıl geçtiği halde tadı hâlâ damağımda durmaktadır. Bu kadar lezzetli olmasının sebebi sanırım dini hassasiyetlere karşı göstermiş olduğumuz özenden kaynaklanıyordu. Doğru bir amaç için yapılan mücadele insana büyük bir haz ve lezzet verir. Değerli Hocam Niyazi Beki anlatmıştı; arpa ekmeği ile oruç açtığını ve bu ekmeğin ne kadar lezzetli olduğunu ancak Ramazan ayında fark etmişti. İşte bende bir Ramazanda gerçek lezzet ve iştahı tanıma fırsatı buldum. Yemeklerdeki lezzet deyince insanın aklına bir ziyafet sofrası gelir. Bu çok yanlış bir düşüncedir. Zira o büyük ziyafet sofralarında gerçek lezzet fark edilmez. Ancak Ramazan gibi ibadetler sayesinde insan, gerçek iştahı ve lezzeti fark edebilir. İşte bunun delili o yıl yaşadığımız Ramazanda doğru dürüst yemek bile yememiştik. Birkaç bisküvi ve çay ile oruç açıyorduk. Bahriye Mektebine o yıl girmiştik ve ne yazık ki okul idaresi Kenan Evren’in faşist cuntası yönetiminde dini emirleri yasaklayabilme cesareti gösteriyordu. Sivillere karşı daha dikkatli idiler. Fakat özellikle dindar askeri okul öğrencilerine karşı insafsız ve acımasız bir tutum göze çarpıyordu. Yeni palazlanmakta olan FETÖ örgütü bu durumu fırsata çevirmiş öğrencileri dinden soğutmak adına her eylemi yapıyordu. Örneğin oruç tutulmasını FETÖ örgütü de istemiyor güya tedbir almak için oruç tutan öğrencilere karşı çıkıyorlardı. O yıl okul komutanı önceki yılda olduğu gibi oruç tutmayı yasak etmişti. Yıllarca hiç ara vermeden oruç tutmuş biri olarak bu durumu çok tuhaf ve acımasız olarak karşılamıştım. Ama ne olursa olsun orucumu tutmaya da kararlıydım. Zorla yedirip engel olacak değillerdi ya? İlginçtir benim gibi bazı sınıf arkadaşımda aynı kararı vermiş “ne pahasına olursa olsun” oruç tutmaya devam etme kararı almıştı. O yıllardaki “irtica furyası” son hızla devam ediyor Cunta lideri ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Evren; her akşam televizyona çıkıp “gericiler yüzünden ülkemizin içine düştüğü durumu”; kendi lisanına uygun bir şekilde ahmakça sözlerle anlatıyordu. Tabii, ABD ve batılı devletlerin hiçbir kusuru ve günahı yoktu! Özellikle askeri okullarda okuyan dindar öğrenciler en tehlikeli vatandaşlardı (!) Asla bu gençlere göz açtırılmamalıydı. Nitekim darbe döneminde binlerce askeri okul öğrencisi okuldan atılmıştı. Şimdi FETÖ örgütünün neden bu kadar semirip büyüdüğünü bir parça anlayabilirsiniz. Çünkü namaz kılma, oruç tutma gibi İslam’ın en önemli ibadetleri birçok askeri okulda yasaklanmıştı. FETÖ örgütü durumu fırsata çevirmeyi bilmiş etki ettiği öğrencilere; namaz kılmayı ve oruç tutmayı yasaklamıştı. Bu kararı alırken askeri okullardaki amansız din düşmanlığını bahane ediyordu. İslam’da yeri olmayan bu talimatları zındık Feto uygulatmaya çalışıyordu. Hatta FETÖ örgütü; namaz kılmak yerine “ima ile namaz” adı altında uyduruk bir davranışı öne sürüyordu. Halbuki 5 vakit namaz; Hazreti Peygamber’e (asm) göre dinin direği idi ve asla terk edilmesi mümkün değildi. İşte sahte peygamber Feto, böylesine iğrenç faaliyetlerde bulunuyordu. Eğer “FETÖ örgütü general ve amirallerin yarısından fazlasını büyüleyip 15 Temmuz askeri darbesini yapabildi” sorusuna cevap arıyor iseniz bu yasakların rolünü de anlamanız gerekir. Zira bunun sebebi olarak askeri idarenin dini emirlere karşı getirdiği yasakları ciddi olarak düşünmek gerekiyor. Keza yıllar sonra başörtüsü yasağına karşı koymak yerine faşistlerin yasaklarına boyun eğip başlarını açan kadınların bir kısmı bu dehşetli FETÖ örgütünün tuzağına düşüyordu. Biz yine 1983 yılına dönüp Deniz Harp Okulundaki yasaklara karşı giriştiğimiz mücadeleye bakalım… Zira o yıl okulda çok ilginç bir yıl yaşanıyordu. Tuhaflık şuydu ki yabancı öğrencilerin oruç tutmasına engel olunmuyordu. Özellikle Libya’lı öğrenciler afiyetle oruç açıyor kimse bunlara bir şey söylemiyordu. Apaçık bir şekilde çifte standart uygulanıyor Türk öğrencilere ise dinimize ve askeri okul geleneklerine aykırı bir şekilde oruca engel olunuyordu. Ramazanın ilk günü komutanlarımız çok sert tedbirler almış oruç tutan Türk öğrenciler iftar yapmasın diye yemekhanede önlem almışlardı. Birkaç öğrenciyle birlikte Libya’lıların arasına karışarak yemekhaneye girmeye çalışmış fakat yakalanmıştık. Yemekhaneden âdeta kovarcasına uzaklaştırılmış iyi bir de fırça yemiştik. Biz yine de seviniyorduk zira öğrenci numaralarımızı kaydedip kimlik kartlarımıza el koymadıkları için mutluyduk. Çünkü böyle bir durumda hafta sonu izinsiz kalma veya oda hapsi cezası ile cezalandırılma söz konusuydu. İlginçtir ki; okuldaki en az 150 Libyalı öğrenci için iftar yemeği çıkıyor, aynı okulun öğrencisi olduğumuz halde Türk öğrencilere üvey evlat muamelesi yapılıyordu. Hem de kendi ülkemizde… Deniz Harp Okulu mezunu olan Necip Fazıl Kısakürek ne güzel demişti. “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” Her ne ise… Bir yaz ayında geç saatlerde olan iftar için teneffüshanenin yolunu tuttuk. Okul kantinden aldığımız bisküvi ve benzeri şeyler ile orucumuzu açtık. Birde güzel bir çay demlemiştik. İşte lezzetini unutamadığım iftar yemeği buydu. “Ya Rabbi, her zaman bize öyle güzel nimetleri nasip et” diye dua etmişimdir. Evet, bu acı duruma inanmak bazı insanlara biraz zor gelecektir lâkin daha dün gibi gözlerimin önündedir. Demek ki; insana lezzet ve tat veren gıdalar değil; o an içinde bulunduğu haleti ruhiye ve gerçek iştah olsa gerektir. Şimdi çok daha iyi anlıyorum ki; her güzel şey; imanla ve Cenabı Allah’ın rahmeti, merhameti iledir. Eğer Allah isterse, en basit ve ucuz bir gıdayı; hatta kuru bir parça ekmeği dahi güzel gösterdiği gibi, şükürsüz geçen en nefis sofradaki nimetleri dahi tatsız ve acı hale getirebilir. O yıl Deniz Harp Okulunda yaşanan bu skandal, bazı komutanların aklını başına getirmiş olacak ki ertesi yıl ve sonraki yıllarda oruç tutmak serbest bırakılmıştı. Fakat 1987 yılında yeniden yasak uygulanmaya başlamıştı. Lâkin bu sefer çok daha acımasızca yapılıyordu. Evet, görünüşte oruç tutmak serbest bırakılmıştı. Bununla birlikte yemekhaneye girme zorunluluğu konulmuş herkes yemek yerken aynı masadaki öğrenciler iftar saatini bekledikleri için kıvranmaya başlamışlardı. Kahvaltı ve öğlen yemeğinden başka yaz aylarında iftar saati geç olduğu için akşam yemeği de oruç tutanlar için resmen bir işkence haline gelmişti. Ben o tarihte yani 1987 yılında; okuldan mezun olmuş teğmen rütbesi ile savaş gemilerinde görev yapıyordum. Bu sayede Deniz Harp Okulundaki iğrenç tutumu gördükten sonra bize yapılan muamelenin çok daha kötülerinin yapılabileceğini de anlamış oldum. İşte böylesine kötü olayların yaşandığı bir okuldan mezun olan öğrencilerin donanmada başına gelecekleri tahmin edebilirsiniz. Nitekim 28 Şubat 1997 yılına kadar görev yapmış birisi olarak dilim döndükçe bu hatıralarımı okuyucularımla paylaşıyorum. FETÖ örgütünü tanıyıp ne derece büyük bir İslam düşmanlığını yapıldığını da bu yıllarda anlamış oldum. Ne ilginçtir ki; yasak olduğu halde bizimle birlikte oruç tutan bazı öğrencilere FETÖ kanca atmıştı. Ertesi yıl yani 1984 Ramazanında oruç tutmak serbest olduğu halde bu kişiler oruç tutmamıştı. Kendileri ile çeliştiği halde çok açık bir şekilde FETÖ örgütünün verdiği emirlere uyuyorlardı. Bu kişiler 15 Temmuz 2016 darbesinde halkın karşısına çıkacaklardı. 1983 yılında yaşadığımız ilginç bir olay da şu şekilde gelişmişti. İkinci sınıf öğrencisiydik ve oruç tutmak isteyen öğrencilerden isimlerini yazdırmaları istenmişti. Yemekhanede buna göre planlama yapılacak imiş. 30’dan fazla arkadaşım ismini yazdırmıştı. Fakat ertesi gün denetlemeler haricinde öğrencilerin karşısına çıkmayan bir komutanımız vardı. İşte ilk defa tabur komutanı sınıfımızın karşısına çıkmış denetleme haricinde nutuk çekmeye başlamıştı. Askeri okul öğrencilerinin oruç tutmasının zor olduğunu, spor ve zorunlu askeri eğitimlerle birlikte ağır dersler olduğunu sayıp dökmeye başladı. Bu esnada öğrencilik yaşamım boyunca hiç olmayan bir durum oldu. Volkan isimli bir sınıf arkadaşımız “müracaatım var komutanım!” diyerek taburun önüne çıktı. Komutan aynı zamanda okul takımımızın başarılı bir basketbolcusu olan bu öğrenciye “konuş bakalım” dedi. Volkan, önceki yıl yaşanan çirkin ve zorba uygulamanın etkisi ile “oruç tutmanın ders ve askeri eğitimlerimize mani olamayacağını” söyledi. Bütün öğrenciler Volkan’ı takdir etmişti. Fakat komutanımız kıpkırmızı olmuştu. Tek bir kelime bile söyleyemedi. Bölük komutanına ayrılacağını işaret etti ve sınıfımızı selamlayarak oradan ayrıldı. O gün oruç tutanlarla ilgili olarak yeni bir liste yazıldı. Nerdeyse sayımız iki katı artmıştı. Bu durumdan herkes gibi ben de çok önemli dersler aldım. En önemli husus şuydu: Din bir ihtiyaçtır ve zorbalıkla engellenemez. İkincisi zorluklara karşı gösterilen direnç her insanı etkilemektedir. İster dindar olsun isterse olmasın, yasaklandığı için okul idaresine karşı 15 öğrencinin haklı başkaldırısı; diğer öğrencileri de derinden etkilemişti. İşte FETÖ örgütü ve cuntacı askerler, din düşmanlığı yaparken böylesine ters etkileri de oluyordu. Demek ki samimi ve onurlu davranışlar her insanı derinden etkilemektedir. Mezun olduktan sonra savaş gemilerinde de ilginç Ramazan anılarım oldu. Bunu bir sonraki Pazar yazısında dile getirmeye çalışayım. Lâkin o yıllarda deniz kuvvetlerinde yaşanan din düşmanlığı ile ilgili birkaç hususa da değinmek gerekiyor. Aradan 11 yıl geçti ve nihayet 1997 yılında başörtüsü bahanesi ile ordudan resen emekli edildim. 28 Şubat döneminde aynı bağnaz zihniyetin başka bir temsilcisi olan Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya öncülüğünde Batı Çalışma Örgütü (BÇG) adı altında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yasadışı bir örgüt kurulmuştu. Bu örgüt mensupları, dine düşman faşist askerlerden meydana geliyordu. BÇG’nin en önemli görevi eşi başörtülü olan askerleri fişlemekti. Bu maksatla hastane, kantin gibi askeri tesislerden yararlanan başörtülü kadınların askeri kimliklerine bakılarak eşlerinin durumu tespit ediliyordu. Dindar subay ve astsubaylar görevlerini diğer askerlere göre nispeten daha iyi yaptığı için bazı komutanlar eşleri başörtülü olduğu halde bu durumu üst komutanlara bildirmiyorlardı. Fakat BÇG’nin fişlediği askerler Kuvvet Komutanlıklarından gelen yazılarla ve özel subaylar tarafından bildirilince mecburen bu komutanlar da fişlenen sakıncalı askerleri ordudan atmak için üstlerine bildirmek zorunda kalıyorlardı. İşte ben de böylesine acımasız çarklardan geçirilerek önce “Kontrol Altına Alınması Gereken Şahıs” sonrasında “şüpheli” ve son safhasında da “sakıncalı” statüsüne sokularak ordudan emekli edildim. Emekli işlemi yapılırken Yüksek Askeri Şura (YAŞ) adı altında yargı yolu kapalı olan bir işleme tabi tutuldum. Bu hukuksuz durum yani 1982 Darbe Anayasasındaki madde; 2010 yılında referandum kararı ile kaldırıldı. 2011 Yılında da sadece YAŞ kararı ile ordudan atılan benim gibi bin iki yüz kişiye emeklilik hakları geri verildi. Fakat re’sen emekli olup ta bizden hiçbir farkı olmayan eşi başörtülü kararname mağduru asker arkadaşlarıma hiçbir hakları verilmedi. Bu konuda Kamu Denetçiliği Kurumunun tavsiye kararına ve defalarca verilen sözlere rağmen hâlâ hiçbir ilerleme sağlanamamıştır. İşin daha acı tarafı ise 28 Şubat darbecilerini mahkemeye verip “müebbet hapis” cezası aldırdığımız ve bu general ve amirallerin suçları tescil edilmiş olduğu halde hâlâ AK Parti hükümeti direnmekte ve mağdur edilen binlerce kişiye haklarını vermemekte ısrar etmektedir. Umarım 104 amiralin eski alışkanlıklarına devam ederek milletimizin seçtiği yöneticilere parmak sallaması, ayar vermesi bu gaflet içindeki siyasetçilerin aklını başına getirir ve gereken emekli hakları verilir, vesselam… Dr. Vehbi Kara
Ekleme Tarihi: 03 Nisan 2022 - Pazar

Bahriye mektebinde Ramazan

Bahriye mektebinde Ramazan Hükümete ayar vermeye kalkışan emekli amiralleri tanımak için “Bahriye’de 15 Yıl” isimli kitabımdan istifade edebilirsiniz. Zira devlete ihanet bildirisine imza atan bu amirallerin önemli bir kısmını tanıyorum. Bir kısmı ile donanmada birlikte görev yapmışlığımız vardır. Askeri vesayet ve darbe özlemi içindeki bu insanları tanımak için makalelerim de çok faydalı olacaktır. 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 döneminde bu bildiriye benzer çok demeçlere şahit olmuş birisi olarak yaşamış olduğum hatıraları elimden geldikçe ve dilim döndükçe yazmaya çalışıyorum. Allah ömür verirse devam edeceğim. Çünkü ülkemizin en önemli kurumlarından birisi olan Deniz Kuvvetlerimizi tanımak ve sorunlarına çözüm bulmak gerekiyor. Evet, Deniz Kuvvetlerimizin kaderi mevcut amirallere bırakılmayacak kadar önemlidir. Çünkü bu amiraller özellikle darbe dönemlerinde özenle yetiştirilmişlerdir. Üstelik hürriyet, din ve vicdan özgürlüğünden habersizdirler. Faşist ve inançsız bir darbeci cuntanın acımasız askeri eğitimine maruz kalmışlardır. İşte kitabımda ve makalelerimde yazmış olduğum hususlar denizde bir katre nevinden olup sadece genel bir kanaat vermek içindir. Hazır mübarek ramazan ayı gelmiş iken askeri okulda nasıl oruç tutabildik buna da değinmek istiyorum. Çünkü Askeri okul yaşamı ve cuntacı askeri okul idarecilerin empoze etmeye çalıştığı düşünce ve değerler bilinirse; 104 amiralin imza atmış olduğu bu ihanet bildirisinin daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. Ayrıca 15 Temmuz 2016 askeri darbesine iştirak etmiş onlarca amiral var. FETÖ örgütünün özellikle Deniz Kuvvetleri Komutanlığında nasıl semirtilip büyütüldüğünü anlamak için bu hatıra yazılarından ve kitabımdan istifade edilebilir. Elbette, her 10 yılda bir yapılan askeri darbelere karşı bir çözüm aranmak isteniyorsa bu makaleler çok değerlidir. İşte Deniz Harp Okulundaki ilk öğrencilik yılımı ve 1983 yılındaki Ramazan ayını anlatayım. Çok ibretli anılarla doludur. Bu okul yöneticilerinin Türk insanına bakış açısını, dine ve dindar insanlara kaştı tutumunu, eğitim ve öğretim yapısını bir parça anlayabilmek için yaşadığım acı hatıralar ibret dolu dersler sunmaktadır. İşte 1983 yılının Ramazan ayında oruç tutmak Türk öğrencilere yasaklanmış yabancı öğrencilere ise serbest bırakılmıştı. Gören de diyecek ki İsrail’de mi okuyordunuz? Hayır! Osmanlı’nın Mühendishane-i Bahriye’yi Hümayun mektebinde okumaya çalışıyorduk! Heybeliada’da yaşadığımız 1983 yılının iftar yemekleri; benim gibi 15-20 kişi için çok farklıydı. Çünkü yasağa rağmen oruç tutuyor ve askeri okul idaresine resmen başkaldırmış bir vaziyette inançlarımızın gereğini yerine getirmeye çalışıyorduk. Üstelik daha birinci sınıf öğrencisiydik. İşin ilginç tarafı; iftar yemekleri hiçbir yerde bu kadar lezzetli değildi. Aradan 39 yıl geçtiği halde tadı hâlâ damağımda durmaktadır. Bu kadar lezzetli olmasının sebebi sanırım dini hassasiyetlere karşı göstermiş olduğumuz özenden kaynaklanıyordu. Doğru bir amaç için yapılan mücadele insana büyük bir haz ve lezzet verir. Değerli Hocam Niyazi Beki anlatmıştı; arpa ekmeği ile oruç açtığını ve bu ekmeğin ne kadar lezzetli olduğunu ancak Ramazan ayında fark etmişti. İşte bende bir Ramazanda gerçek lezzet ve iştahı tanıma fırsatı buldum. Yemeklerdeki lezzet deyince insanın aklına bir ziyafet sofrası gelir. Bu çok yanlış bir düşüncedir. Zira o büyük ziyafet sofralarında gerçek lezzet fark edilmez. Ancak Ramazan gibi ibadetler sayesinde insan, gerçek iştahı ve lezzeti fark edebilir. İşte bunun delili o yıl yaşadığımız Ramazanda doğru dürüst yemek bile yememiştik. Birkaç bisküvi ve çay ile oruç açıyorduk. Bahriye Mektebine o yıl girmiştik ve ne yazık ki okul idaresi Kenan Evren’in faşist cuntası yönetiminde dini emirleri yasaklayabilme cesareti gösteriyordu. Sivillere karşı daha dikkatli idiler. Fakat özellikle dindar askeri okul öğrencilerine karşı insafsız ve acımasız bir tutum göze çarpıyordu. Yeni palazlanmakta olan FETÖ örgütü bu durumu fırsata çevirmiş öğrencileri dinden soğutmak adına her eylemi yapıyordu. Örneğin oruç tutulmasını FETÖ örgütü de istemiyor güya tedbir almak için oruç tutan öğrencilere karşı çıkıyorlardı. O yıl okul komutanı önceki yılda olduğu gibi oruç tutmayı yasak etmişti. Yıllarca hiç ara vermeden oruç tutmuş biri olarak bu durumu çok tuhaf ve acımasız olarak karşılamıştım. Ama ne olursa olsun orucumu tutmaya da kararlıydım. Zorla yedirip engel olacak değillerdi ya? İlginçtir benim gibi bazı sınıf arkadaşımda aynı kararı vermiş “ne pahasına olursa olsun” oruç tutmaya devam etme kararı almıştı. O yıllardaki “irtica furyası” son hızla devam ediyor Cunta lideri ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Evren; her akşam televizyona çıkıp “gericiler yüzünden ülkemizin içine düştüğü durumu”; kendi lisanına uygun bir şekilde ahmakça sözlerle anlatıyordu. Tabii, ABD ve batılı devletlerin hiçbir kusuru ve günahı yoktu! Özellikle askeri okullarda okuyan dindar öğrenciler en tehlikeli vatandaşlardı (!) Asla bu gençlere göz açtırılmamalıydı. Nitekim darbe döneminde binlerce askeri okul öğrencisi okuldan atılmıştı. Şimdi FETÖ örgütünün neden bu kadar semirip büyüdüğünü bir parça anlayabilirsiniz. Çünkü namaz kılma, oruç tutma gibi İslam’ın en önemli ibadetleri birçok askeri okulda yasaklanmıştı. FETÖ örgütü durumu fırsata çevirmeyi bilmiş etki ettiği öğrencilere; namaz kılmayı ve oruç tutmayı yasaklamıştı. Bu kararı alırken askeri okullardaki amansız din düşmanlığını bahane ediyordu. İslam’da yeri olmayan bu talimatları zındık Feto uygulatmaya çalışıyordu. Hatta FETÖ örgütü; namaz kılmak yerine “ima ile namaz” adı altında uyduruk bir davranışı öne sürüyordu. Halbuki 5 vakit namaz; Hazreti Peygamber’e (asm) göre dinin direği idi ve asla terk edilmesi mümkün değildi. İşte sahte peygamber Feto, böylesine iğrenç faaliyetlerde bulunuyordu. Eğer “FETÖ örgütü general ve amirallerin yarısından fazlasını büyüleyip 15 Temmuz askeri darbesini yapabildi” sorusuna cevap arıyor iseniz bu yasakların rolünü de anlamanız gerekir. Zira bunun sebebi olarak askeri idarenin dini emirlere karşı getirdiği yasakları ciddi olarak düşünmek gerekiyor. Keza yıllar sonra başörtüsü yasağına karşı koymak yerine faşistlerin yasaklarına boyun eğip başlarını açan kadınların bir kısmı bu dehşetli FETÖ örgütünün tuzağına düşüyordu. Biz yine 1983 yılına dönüp Deniz Harp Okulundaki yasaklara karşı giriştiğimiz mücadeleye bakalım… Zira o yıl okulda çok ilginç bir yıl yaşanıyordu. Tuhaflık şuydu ki yabancı öğrencilerin oruç tutmasına engel olunmuyordu. Özellikle Libya’lı öğrenciler afiyetle oruç açıyor kimse bunlara bir şey söylemiyordu. Apaçık bir şekilde çifte standart uygulanıyor Türk öğrencilere ise dinimize ve askeri okul geleneklerine aykırı bir şekilde oruca engel olunuyordu. Ramazanın ilk günü komutanlarımız çok sert tedbirler almış oruç tutan Türk öğrenciler iftar yapmasın diye yemekhanede önlem almışlardı. Birkaç öğrenciyle birlikte Libya’lıların arasına karışarak yemekhaneye girmeye çalışmış fakat yakalanmıştık. Yemekhaneden âdeta kovarcasına uzaklaştırılmış iyi bir de fırça yemiştik. Biz yine de seviniyorduk zira öğrenci numaralarımızı kaydedip kimlik kartlarımıza el koymadıkları için mutluyduk. Çünkü böyle bir durumda hafta sonu izinsiz kalma veya oda hapsi cezası ile cezalandırılma söz konusuydu. İlginçtir ki; okuldaki en az 150 Libyalı öğrenci için iftar yemeği çıkıyor, aynı okulun öğrencisi olduğumuz halde Türk öğrencilere üvey evlat muamelesi yapılıyordu. Hem de kendi ülkemizde… Deniz Harp Okulu mezunu olan Necip Fazıl Kısakürek ne güzel demişti. “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” Her ne ise… Bir yaz ayında geç saatlerde olan iftar için teneffüshanenin yolunu tuttuk. Okul kantinden aldığımız bisküvi ve benzeri şeyler ile orucumuzu açtık. Birde güzel bir çay demlemiştik. İşte lezzetini unutamadığım iftar yemeği buydu. “Ya Rabbi, her zaman bize öyle güzel nimetleri nasip et” diye dua etmişimdir. Evet, bu acı duruma inanmak bazı insanlara biraz zor gelecektir lâkin daha dün gibi gözlerimin önündedir. Demek ki; insana lezzet ve tat veren gıdalar değil; o an içinde bulunduğu haleti ruhiye ve gerçek iştah olsa gerektir. Şimdi çok daha iyi anlıyorum ki; her güzel şey; imanla ve Cenabı Allah’ın rahmeti, merhameti iledir. Eğer Allah isterse, en basit ve ucuz bir gıdayı; hatta kuru bir parça ekmeği dahi güzel gösterdiği gibi, şükürsüz geçen en nefis sofradaki nimetleri dahi tatsız ve acı hale getirebilir. O yıl Deniz Harp Okulunda yaşanan bu skandal, bazı komutanların aklını başına getirmiş olacak ki ertesi yıl ve sonraki yıllarda oruç tutmak serbest bırakılmıştı. Fakat 1987 yılında yeniden yasak uygulanmaya başlamıştı. Lâkin bu sefer çok daha acımasızca yapılıyordu. Evet, görünüşte oruç tutmak serbest bırakılmıştı. Bununla birlikte yemekhaneye girme zorunluluğu konulmuş herkes yemek yerken aynı masadaki öğrenciler iftar saatini bekledikleri için kıvranmaya başlamışlardı. Kahvaltı ve öğlen yemeğinden başka yaz aylarında iftar saati geç olduğu için akşam yemeği de oruç tutanlar için resmen bir işkence haline gelmişti. Ben o tarihte yani 1987 yılında; okuldan mezun olmuş teğmen rütbesi ile savaş gemilerinde görev yapıyordum. Bu sayede Deniz Harp Okulundaki iğrenç tutumu gördükten sonra bize yapılan muamelenin çok daha kötülerinin yapılabileceğini de anlamış oldum. İşte böylesine kötü olayların yaşandığı bir okuldan mezun olan öğrencilerin donanmada başına gelecekleri tahmin edebilirsiniz. Nitekim 28 Şubat 1997 yılına kadar görev yapmış birisi olarak dilim döndükçe bu hatıralarımı okuyucularımla paylaşıyorum. FETÖ örgütünü tanıyıp ne derece büyük bir İslam düşmanlığını yapıldığını da bu yıllarda anlamış oldum. Ne ilginçtir ki; yasak olduğu halde bizimle birlikte oruç tutan bazı öğrencilere FETÖ kanca atmıştı. Ertesi yıl yani 1984 Ramazanında oruç tutmak serbest olduğu halde bu kişiler oruç tutmamıştı. Kendileri ile çeliştiği halde çok açık bir şekilde FETÖ örgütünün verdiği emirlere uyuyorlardı. Bu kişiler 15 Temmuz 2016 darbesinde halkın karşısına çıkacaklardı. 1983 yılında yaşadığımız ilginç bir olay da şu şekilde gelişmişti. İkinci sınıf öğrencisiydik ve oruç tutmak isteyen öğrencilerden isimlerini yazdırmaları istenmişti. Yemekhanede buna göre planlama yapılacak imiş. 30’dan fazla arkadaşım ismini yazdırmıştı. Fakat ertesi gün denetlemeler haricinde öğrencilerin karşısına çıkmayan bir komutanımız vardı. İşte ilk defa tabur komutanı sınıfımızın karşısına çıkmış denetleme haricinde nutuk çekmeye başlamıştı. Askeri okul öğrencilerinin oruç tutmasının zor olduğunu, spor ve zorunlu askeri eğitimlerle birlikte ağır dersler olduğunu sayıp dökmeye başladı. Bu esnada öğrencilik yaşamım boyunca hiç olmayan bir durum oldu. Volkan isimli bir sınıf arkadaşımız “müracaatım var komutanım!” diyerek taburun önüne çıktı. Komutan aynı zamanda okul takımımızın başarılı bir basketbolcusu olan bu öğrenciye “konuş bakalım” dedi. Volkan, önceki yıl yaşanan çirkin ve zorba uygulamanın etkisi ile “oruç tutmanın ders ve askeri eğitimlerimize mani olamayacağını” söyledi. Bütün öğrenciler Volkan’ı takdir etmişti. Fakat komutanımız kıpkırmızı olmuştu. Tek bir kelime bile söyleyemedi. Bölük komutanına ayrılacağını işaret etti ve sınıfımızı selamlayarak oradan ayrıldı. O gün oruç tutanlarla ilgili olarak yeni bir liste yazıldı. Nerdeyse sayımız iki katı artmıştı. Bu durumdan herkes gibi ben de çok önemli dersler aldım. En önemli husus şuydu: Din bir ihtiyaçtır ve zorbalıkla engellenemez. İkincisi zorluklara karşı gösterilen direnç her insanı etkilemektedir. İster dindar olsun isterse olmasın, yasaklandığı için okul idaresine karşı 15 öğrencinin haklı başkaldırısı; diğer öğrencileri de derinden etkilemişti. İşte FETÖ örgütü ve cuntacı askerler, din düşmanlığı yaparken böylesine ters etkileri de oluyordu. Demek ki samimi ve onurlu davranışlar her insanı derinden etkilemektedir. Mezun olduktan sonra savaş gemilerinde de ilginç Ramazan anılarım oldu. Bunu bir sonraki Pazar yazısında dile getirmeye çalışayım. Lâkin o yıllarda deniz kuvvetlerinde yaşanan din düşmanlığı ile ilgili birkaç hususa da değinmek gerekiyor. Aradan 11 yıl geçti ve nihayet 1997 yılında başörtüsü bahanesi ile ordudan resen emekli edildim. 28 Şubat döneminde aynı bağnaz zihniyetin başka bir temsilcisi olan Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya öncülüğünde Batı Çalışma Örgütü (BÇG) adı altında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yasadışı bir örgüt kurulmuştu. Bu örgüt mensupları, dine düşman faşist askerlerden meydana geliyordu. BÇG’nin en önemli görevi eşi başörtülü olan askerleri fişlemekti. Bu maksatla hastane, kantin gibi askeri tesislerden yararlanan başörtülü kadınların askeri kimliklerine bakılarak eşlerinin durumu tespit ediliyordu. Dindar subay ve astsubaylar görevlerini diğer askerlere göre nispeten daha iyi yaptığı için bazı komutanlar eşleri başörtülü olduğu halde bu durumu üst komutanlara bildirmiyorlardı. Fakat BÇG’nin fişlediği askerler Kuvvet Komutanlıklarından gelen yazılarla ve özel subaylar tarafından bildirilince mecburen bu komutanlar da fişlenen sakıncalı askerleri ordudan atmak için üstlerine bildirmek zorunda kalıyorlardı. İşte ben de böylesine acımasız çarklardan geçirilerek önce “Kontrol Altına Alınması Gereken Şahıs” sonrasında “şüpheli” ve son safhasında da “sakıncalı” statüsüne sokularak ordudan emekli edildim. Emekli işlemi yapılırken Yüksek Askeri Şura (YAŞ) adı altında yargı yolu kapalı olan bir işleme tabi tutuldum. Bu hukuksuz durum yani 1982 Darbe Anayasasındaki madde; 2010 yılında referandum kararı ile kaldırıldı. 2011 Yılında da sadece YAŞ kararı ile ordudan atılan benim gibi bin iki yüz kişiye emeklilik hakları geri verildi. Fakat re’sen emekli olup ta bizden hiçbir farkı olmayan eşi başörtülü kararname mağduru asker arkadaşlarıma hiçbir hakları verilmedi. Bu konuda Kamu Denetçiliği Kurumunun tavsiye kararına ve defalarca verilen sözlere rağmen hâlâ hiçbir ilerleme sağlanamamıştır. İşin daha acı tarafı ise 28 Şubat darbecilerini mahkemeye verip “müebbet hapis” cezası aldırdığımız ve bu general ve amirallerin suçları tescil edilmiş olduğu halde hâlâ AK Parti hükümeti direnmekte ve mağdur edilen binlerce kişiye haklarını vermemekte ısrar etmektedir. Umarım 104 amiralin eski alışkanlıklarına devam ederek milletimizin seçtiği yöneticilere parmak sallaması, ayar vermesi bu gaflet içindeki siyasetçilerin aklını başına getirir ve gereken emekli hakları verilir, vesselam… Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.