Dr. Vehbi KARA
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi KARA
 

Gerçek Türkler ve Soyadı Türkleri

Gerçek Türkler ve Soyadı Türkleri Türk demek İslam kahramanı demektir. Kanı canı ve imanı ile İslam’a hizmet eden demektir. İslamiyetler Türklük birbirinden ayrılmaz bir gerçektir. Müslümanlıktan çıkan biri aynı zamanda Türklükten de çıkar. Kendini başka birisi olarak görür. İslam kardeşliğinden kopup Şeytan’ın en kıymetli arkadaşı olur. Örneğin Macarlar; Türk, Hun soyundan gelir. Bugün Katolik Hıristiyan olmuşlardır. Türklükle, İslam ile hiçbir bağları kalmamıştır. Kendilerine Türk denildiği zaman hoşlanmayabilirler. Demek ki; Türk kalabilmek için Müslüman olmak şarttır. Agop Martayan isimli bir Ermeni tarafından Türkçülük geliştirilmiştir. Bu ideoloji aynı zamanda devletin resmi ideolojisi olmuştur. Bu Ermeni’yi biraz daha iyi tanıyalım: 22 Mayıs 1895 tarihinde İstanbul’da doğdu. Robert Kolej'den mezun oldu. I.Dünya Savaşında Kafkas cephesinde görev adlı. 1919'dan itibaren Robert Kolej'de İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. I.Dünya Savaşı’ndan sonra, Beyrut'ta bir Ermeni okulunun müdürlüğünü yaptı. Yine Beyrut'ta Ermenice yayınlanan ilk gazete olan Luys’un genel yayın yönetmeni oldu. Sofya'da, eski Türk dili ve Uygurca dersleri verdi ve ilk kitabını yayınladı. 22 Eylül 1932 yılında Dolmabahçe Sarayı'nda, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında gerçekleştirilen Birinci Türk Dil Konferansı'na davet edildi. Daha sonra araştırmalarını, Türk Dil Kurumu’nda sürdürdü. Kurumun ilk genel sekreteri oldu. Agop Martayan, 1934 yılında, soyadı kanunu çıkınca, Cumhurbaşkanı’nın kendisine teklif ettiği “Dilaçar” soyadını aldı. Ermenice ve Türkçenin yanında İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca biliyordu. Ülkede Türk kalmamış gibi devletin resmi ideolojisini bir Ermeniye havale etmek ancak Türkiye gibi bir ülkede olur. Bu absürt ve utanılacak durumu okuyucularımın bilgisine havale edip tarihte atalarım olan Türklerin durumuna bakmaya devam edelim… Türkler; Müslümanlıkla şereflenmezden önce göçebe olarak yaşayan bir topluluktu. Yaşam şekillerini ve kültürel yapısını Orhun Anıtlarından ve daha çok Çin kaynaklarından öğrenebiliyoruz. İslamiyetten önceki Türk toplulukları ile övüneceğimiz pek bir şey yoktur. Hunlar, Tabgaçlar, Göktürkler, Uygurlar; Gök-Tanrı’ya kurbanlar sunan atalarına kutsallık veren pagan inançları ile yaşayan topluluklardı. Bir-iki örnek olması bakımından bu inançların ne kadar çirkin olduğunu nazarlara sunayım: Hunlar, her yıl mayıs ortalarında atalarına kurban sunarlardı. Ata mezarlarına yapılan saldırılar ağır cezalar gerektirirdi. Hatta Attila, Hun hanlarının aile mezarını Bizans piskoposunun soyması yüzünden 2.Balkan seferini yapmıştır. Çünkü pagan inançlarına göre, ölülerin silahları değerli eşyaları, takıları ile birlikte gömülür ve böylece öteki dünyada, ölen kişinin rahat yaşamı sağlanmış olurdu. Hunlar’da, yenilen düşmanın kafatasını altınla doldurup kadeh yapma geleneği de vardı. Asya Hun hanı, Yüe-çi hanının kafatasını içki kabı olarak kullanmış olup Türkler arasında uzun süre yaşamıştır. Kısaca söylemek gerekirse Orta Asya Şamanizmi’nin esasları Eski Türklerde de yaygındı. Gök Tanrı, Güneş, Ay, yer, su, ata, ateşe tapan topluluklar vardı. M.Ö. 121 yılında Çinliler bir Hun prensini yenip otağı ele geçirdiğinde savaş ganimetleri arasında altın puta da rastlamışlardır. Yani putperestlik dahi bunların inançları arasında vardır. Çin tarihçilerine göre, Hun prensi bu put karşısında Gök Tanrı’ya kurbanlar sunmaktadır. Bu bilgileri kısaca vermekten maksat İslam’dan önceki Türklerin ne derece kötü bir durumda olduklarını anlatmak içindir. Putperestliğe ve Allah’a ortak koşmaya dayanan bir inanç sistemini benimsedikleri için atamız dahi olsa bunlarla övünemeyiz. Fakat Türk Hakanı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olması ile birlikte İslamiyeti seçen Türk obaları; kahramanlığın en güzel şeklini göstermiştir. Bütün dünyayı ateşe veren Moğol canilerini; Türkler durdurmuştur. Cengaver Türk Hakanı Celalettin Harzemşah defalarca Cengiz Han’ın ordularını yenmiştir. Sultan Baybars ise son noktayı Ayncalut’ta vurmuş Moğol çapulcuları daha ileriye gidememiştir. Daha sonra Anadolu Selçukluları ortaya çıkmış Birinci ve İkinci Kılıç Arslan ile Haçlı ordularını defalarca Anadolu’ya gömmüştür. Bütün Müslüman topluluklar İslam’ın keskin kılıcı Türkler sayesinde derin bir nefes almıştır. Osmanlı Devleti ile birlikte dünyanın en medeni şehirleri kurulmuş emsalsiz sanat eserleri ile dolu, bütün dünyanın gıpta ile baktığı bir İslam ülkesi kurulmuştur. Adaletli bir yönetim sayesinde tam 600 yıl boyunca Türkler; Müslümanların gözbebeği haline gelmiştir. Bu sevgi ve saygı bütün karşı engellemelere rağmen hala devam etmektedir. Zulme uğrayan, yok olma tehlikesi ile karşılaşan Müslim veya Gayrı Müslim yüzlerce topluluk akın akın bu kahramanlığın hüküm sürdüğü coğrafyaya akın etmiştir. Osmanlı Devletine, İspanya’daki Engizisyon mahkemelerinden kaçan Müslüman,Yahudi ve Hıristiyan topluluklar; özgürce dinlerinin gereklerini yaşamış kültürlerini koruyabilmiştir. Çeşitli zamanlarda dünyanın her yerinden kaçarak insanca yaşamak için gelen kavimler arasında; Kuzeyden Polonyalıları, Rusları ve İsveçlileri görebildiğimiz gibi Afrika ve Asya’dan göçüp gelen nice toplulukları görebiliriz. Şimdi bazı Dürzüler; kalkıp zulüm ve katliamdan kaçıp gelen Suriyeliler için “bu topraklarda ne işi var” diye konuşabiliyorlar. Demek ki 2019 tarihinde İslam’dan ve kahraman atalarımızdan ne derece uzak düştüğümüz açık bir şekilde anlaşılabiliyor. Peki, ne oldu da bu çok güzel hasletlerimizi yitirmeye başladık? Ensar gibi Mücahitlere ev sahipliği yaparak İslam kardeşliğinin en güzel örneğini veren Sahabelere ters düştük? Bunun birkaç sebebini biliyorum. Arz edeyim… Bize tepeden tırnağa Munis Tekinalp yani Moize Cohen’in temelini attığı ideoloji ile İslam’dan uzaklaşmanın ilk adımı atıldı. Mason ve gizli Sabetay Yahudileri, çok çeşitli etnik kökenden gelen vatandaşımızı ayrıştırarak bölücülük yapmaya başladılar. Yetmedi; Agop Martayan isimli bir Ermeniyi Türk Dil Kurumunun başına geçirdiler. Soyadı kanunu ile “Dilaçar” adını alan bu şahıs; “Güneş Dil Teorisi” ile meşhur oldu Türkçenin canına okudu. Uydurukça kelimeler milli eğitimde kullanılarak İslam dininden uzaklaştırılmış yepyeni bir nesil türedi.  Dr. Vehbi KARA        
Ekleme Tarihi: 14 Haziran 2021 - Pazartesi

Gerçek Türkler ve Soyadı Türkleri

Gerçek Türkler ve Soyadı Türkleri Türk demek İslam kahramanı demektir. Kanı canı ve imanı ile İslam’a hizmet eden demektir. İslamiyetler Türklük birbirinden ayrılmaz bir gerçektir. Müslümanlıktan çıkan biri aynı zamanda Türklükten de çıkar. Kendini başka birisi olarak görür. İslam kardeşliğinden kopup Şeytan’ın en kıymetli arkadaşı olur. Örneğin Macarlar; Türk, Hun soyundan gelir. Bugün Katolik Hıristiyan olmuşlardır. Türklükle, İslam ile hiçbir bağları kalmamıştır. Kendilerine Türk denildiği zaman hoşlanmayabilirler. Demek ki; Türk kalabilmek için Müslüman olmak şarttır. Agop Martayan isimli bir Ermeni tarafından Türkçülük geliştirilmiştir. Bu ideoloji aynı zamanda devletin resmi ideolojisi olmuştur. Bu Ermeni’yi biraz daha iyi tanıyalım: 22 Mayıs 1895 tarihinde İstanbul’da doğdu. Robert Kolej'den mezun oldu. I.Dünya Savaşında Kafkas cephesinde görev adlı. 1919'dan itibaren Robert Kolej'de İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. I.Dünya Savaşı’ndan sonra, Beyrut'ta bir Ermeni okulunun müdürlüğünü yaptı. Yine Beyrut'ta Ermenice yayınlanan ilk gazete olan Luys’un genel yayın yönetmeni oldu. Sofya'da, eski Türk dili ve Uygurca dersleri verdi ve ilk kitabını yayınladı. 22 Eylül 1932 yılında Dolmabahçe Sarayı'nda, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında gerçekleştirilen Birinci Türk Dil Konferansı'na davet edildi. Daha sonra araştırmalarını, Türk Dil Kurumu’nda sürdürdü. Kurumun ilk genel sekreteri oldu. Agop Martayan, 1934 yılında, soyadı kanunu çıkınca, Cumhurbaşkanı’nın kendisine teklif ettiği “Dilaçar” soyadını aldı. Ermenice ve Türkçenin yanında İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca biliyordu. Ülkede Türk kalmamış gibi devletin resmi ideolojisini bir Ermeniye havale etmek ancak Türkiye gibi bir ülkede olur. Bu absürt ve utanılacak durumu okuyucularımın bilgisine havale edip tarihte atalarım olan Türklerin durumuna bakmaya devam edelim… Türkler; Müslümanlıkla şereflenmezden önce göçebe olarak yaşayan bir topluluktu. Yaşam şekillerini ve kültürel yapısını Orhun Anıtlarından ve daha çok Çin kaynaklarından öğrenebiliyoruz. İslamiyetten önceki Türk toplulukları ile övüneceğimiz pek bir şey yoktur. Hunlar, Tabgaçlar, Göktürkler, Uygurlar; Gök-Tanrı’ya kurbanlar sunan atalarına kutsallık veren pagan inançları ile yaşayan topluluklardı. Bir-iki örnek olması bakımından bu inançların ne kadar çirkin olduğunu nazarlara sunayım: Hunlar, her yıl mayıs ortalarında atalarına kurban sunarlardı. Ata mezarlarına yapılan saldırılar ağır cezalar gerektirirdi. Hatta Attila, Hun hanlarının aile mezarını Bizans piskoposunun soyması yüzünden 2.Balkan seferini yapmıştır. Çünkü pagan inançlarına göre, ölülerin silahları değerli eşyaları, takıları ile birlikte gömülür ve böylece öteki dünyada, ölen kişinin rahat yaşamı sağlanmış olurdu. Hunlar’da, yenilen düşmanın kafatasını altınla doldurup kadeh yapma geleneği de vardı. Asya Hun hanı, Yüe-çi hanının kafatasını içki kabı olarak kullanmış olup Türkler arasında uzun süre yaşamıştır. Kısaca söylemek gerekirse Orta Asya Şamanizmi’nin esasları Eski Türklerde de yaygındı. Gök Tanrı, Güneş, Ay, yer, su, ata, ateşe tapan topluluklar vardı. M.Ö. 121 yılında Çinliler bir Hun prensini yenip otağı ele geçirdiğinde savaş ganimetleri arasında altın puta da rastlamışlardır. Yani putperestlik dahi bunların inançları arasında vardır. Çin tarihçilerine göre, Hun prensi bu put karşısında Gök Tanrı’ya kurbanlar sunmaktadır. Bu bilgileri kısaca vermekten maksat İslam’dan önceki Türklerin ne derece kötü bir durumda olduklarını anlatmak içindir. Putperestliğe ve Allah’a ortak koşmaya dayanan bir inanç sistemini benimsedikleri için atamız dahi olsa bunlarla övünemeyiz. Fakat Türk Hakanı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olması ile birlikte İslamiyeti seçen Türk obaları; kahramanlığın en güzel şeklini göstermiştir. Bütün dünyayı ateşe veren Moğol canilerini; Türkler durdurmuştur. Cengaver Türk Hakanı Celalettin Harzemşah defalarca Cengiz Han’ın ordularını yenmiştir. Sultan Baybars ise son noktayı Ayncalut’ta vurmuş Moğol çapulcuları daha ileriye gidememiştir. Daha sonra Anadolu Selçukluları ortaya çıkmış Birinci ve İkinci Kılıç Arslan ile Haçlı ordularını defalarca Anadolu’ya gömmüştür. Bütün Müslüman topluluklar İslam’ın keskin kılıcı Türkler sayesinde derin bir nefes almıştır. Osmanlı Devleti ile birlikte dünyanın en medeni şehirleri kurulmuş emsalsiz sanat eserleri ile dolu, bütün dünyanın gıpta ile baktığı bir İslam ülkesi kurulmuştur. Adaletli bir yönetim sayesinde tam 600 yıl boyunca Türkler; Müslümanların gözbebeği haline gelmiştir. Bu sevgi ve saygı bütün karşı engellemelere rağmen hala devam etmektedir. Zulme uğrayan, yok olma tehlikesi ile karşılaşan Müslim veya Gayrı Müslim yüzlerce topluluk akın akın bu kahramanlığın hüküm sürdüğü coğrafyaya akın etmiştir. Osmanlı Devletine, İspanya’daki Engizisyon mahkemelerinden kaçan Müslüman,Yahudi ve Hıristiyan topluluklar; özgürce dinlerinin gereklerini yaşamış kültürlerini koruyabilmiştir. Çeşitli zamanlarda dünyanın her yerinden kaçarak insanca yaşamak için gelen kavimler arasında; Kuzeyden Polonyalıları, Rusları ve İsveçlileri görebildiğimiz gibi Afrika ve Asya’dan göçüp gelen nice toplulukları görebiliriz. Şimdi bazı Dürzüler; kalkıp zulüm ve katliamdan kaçıp gelen Suriyeliler için “bu topraklarda ne işi var” diye konuşabiliyorlar. Demek ki 2019 tarihinde İslam’dan ve kahraman atalarımızdan ne derece uzak düştüğümüz açık bir şekilde anlaşılabiliyor. Peki, ne oldu da bu çok güzel hasletlerimizi yitirmeye başladık? Ensar gibi Mücahitlere ev sahipliği yaparak İslam kardeşliğinin en güzel örneğini veren Sahabelere ters düştük? Bunun birkaç sebebini biliyorum. Arz edeyim… Bize tepeden tırnağa Munis Tekinalp yani Moize Cohen’in temelini attığı ideoloji ile İslam’dan uzaklaşmanın ilk adımı atıldı. Mason ve gizli Sabetay Yahudileri, çok çeşitli etnik kökenden gelen vatandaşımızı ayrıştırarak bölücülük yapmaya başladılar. Yetmedi; Agop Martayan isimli bir Ermeniyi Türk Dil Kurumunun başına geçirdiler. Soyadı kanunu ile “Dilaçar” adını alan bu şahıs; “Güneş Dil Teorisi” ile meşhur oldu Türkçenin canına okudu. Uydurukça kelimeler milli eğitimde kullanılarak İslam dininden uzaklaştırılmış yepyeni bir nesil türedi.  Dr. Vehbi KARA        
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.