Dr. Vehbi KARA
Köşe Yazarı
Dr. Vehbi KARA
 

Savaş Gemilerinde Ramazan

Savaş Gemilerinde Ramazan Günümüzde” ibadet özgürlüğü nasıldır” bilmiyorum lakin darbe yıllarında askeri birlik ve gemilerde Ramazan ayı çok zevkli geçerdi. Yanlış anlaşılmasın Ramazan ayının zevkli geçmesinin sebebi zorla dayatılan engellerdi. Benim gibi askerler din ve vicdan özgürlüğüne aykırı bu zorbalıkları aşmak için oldukça idmanlıydık. Yaşadığımız olaylar ve karşı karşıya kaldığımız güçlükler Ramazan ayını bir başka şekilde güzelleştirirdi. Çünkü zorluklara karşı yapılan ibadetlerin ayrı bir güzelliği vardır. Bazı askeri gemilerde bazı çok bilmiş komutanlar dini konularda da ahkâm keser askerlerin namaz ve oruç gibi ibadet ihtiyaçlarını engellemeye çalışırdı. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen akıldışı ve bir o kadar cahilce uygulamalar ve davranışlarla karşı karşıya kalırdık. Savaş gemilerinde yaklaşık olarak 10 yıl görev yaptım. Bu süre içinde bazı sorunlar yaşamış olsam da çok şükür hiç ara vermeden orucumu tutabildim. Gemilerde oruç tutmak göründüğü gibi kolay değildir zira çeşitli bahanelerle orucumuzu bozmamız istenirdi. Koskoca savaş gemisinde sadece birkaç kişinin oruç tutabildiği günleri de yaşamıştım. Askeri okul süresince yaşadığım tecrübeler ve özellikle dini konularda şahsıma karşı yapılan soruşturmalar bende ters etki yapmıştı. “İnceldiği yerden kopsun” anlayışı ile hareket ederdim. O yıllarda şöyle düşünüyordum: Eğer beni namaz kıldığım veya oruç tuttuğum için ordudan atarlarsa gider ticaret gemilerinde çalışırdım. Daha iyi şartlar altında emeğimin karşılığını alma imkânım vardı. Bu nedenle kimseye karşı yüzsuyu dökmezdim. Dini konularda tehdit edip “bak ordudan atılırsın!” diyenlere “elinden geleni ardına koyma” diyecek kadar özgüvenim vardı. Askeri gemilerde çoğu zaman oruç tutanlara karışılmazdı. Lakin bazı tatbikatlar esnasında gemi komutanlarının keyfi emirleri ile karşılaşırdık. Filo komutanları Ramazan ayında çıkardıkları emirlerde açık bir yasaklama içine girmez; sadece emniyet tedbirlerine dikkat edilmesi ve mesai saatlerinin aksatılmaması konusunda ilave tedbirler alınmasını isterlerdi. Gemi komutanlarının çoğu Ramazan ayında iftar ve sahur yemeklerinin çıkarılması konusunda hassas davranır kimsenin orucuna karışmazlardı. Fakat Ramazan ayına denk gelen tatbikatlarda “oruç tutmayı yasaklayan” komutanlara da rastlamıştım. Fakat bütün silah ekibiyle beraber top atışlarında başarılı olduğumuz için nedense yasaklandığı halde benim oruç tutmama karışan olmazdı. Gerçi tatbikat ve seferi durumda yani bazı özel şartlarda oruç tehir edilip Ramazandan sonra da tutulabilir. Buna ruhsat veriliyor. Fakat dayatma ve zorlama yapan komutanlar çıkınca; benim gibi bazı insanlarda tersine etki yapabiliyordu. Nihayetinde din; Allah ile kul arasındadır, buna kimsenin karışmaya hakkı yoktur. Eğer askerlik ve eğitim gibi nedenlerle oruç tutmak güçleşiyor ise komutanların görevi sadece tavsiyede bulunmaktır. Bundan fazlasına karışmak vicdan özgürlüğüne aykırı bir tutumdur. Her ne ise… Özellikle tatbikatlara çıktığımızda gemi komutanları oruç tutulmasını yasaklar, tutan personelin cezalandırılacağını söylerlerdi. Diğer zamanlarda yani gemilerin limanda kaldığı süre içinde oruç tutmak isteyenlere yemek çıkarılır kimseye zorluk gösterilmezdi. En azından uzun süre görev yaptığım Harp Filosunda durum böyle idi. Bütün savaş gemilerinde disiplin işleri 2. Komutan tarafından sağlanır. Ticaret gemilerinde ise bu işi 2. Kaptan yapar. Bahriye ile ticaret gemileri arasında birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bir benzerlik vardır. İkinci Komutan, Gemi Komutanının verdiği emirlerin yerine getirilip getirilmediğini kontrol eder; aksine davrananları cezalandırırdı. Disiplin işleri her iki sektörde de ikinci sıradaki subay ve zabitlerin işidir. Tatbikatlarda Ramazan ile ilgili yasaklar olurdu lakin oruç tuttuğu için cezalandırılan hiçbir askerlere rastlamadım. Belki benim çalıştığım gemilere has bir durumdur. Görev esnasında 2. Komutanlar ile konuşurken çocukluğumdan beri hiç Ramazan orucuna ara vermediğimi söylerdim. Onlar da bana karışmazlar hatta tatbikatlar esnasında yasak olsa bile iftar yemeğinde gördükleri vakit “Allah kabul etsin” derlerdi. Tatbikat bittiğinde Ramazan mesaisi uygulanır yemekler iftar saatine göre ayarlanır, Ramazan ayının coşkusu ve güzelliği tüm savaş gemilerine yayılırdı. Tabii ki bu güzel duygudan mahrum kalan oruçsuz kişilerde vardı. Gemi Komutanlarının neredeyse tamamının oruç tuttuğuna şahit olmuşumdur. Fakat bir tanesi çok ilginçti. Askeri okullarda dini eğitim ihmal edildiği için ne derece kötü sonuçlar doğurduğunu ifade etmek isterim. Nitekim örnek olması bakımından ibretli olan bir durum umarım askeri eğitimden sorumlu kişileri harekete geçirecektir. Zira cehaletin bu kadarına “pes” dedirtecek kadar anormal kişiler çıkabiliyordu. Bir gemi komutanı, hem oruç tutar hem de gündüz vakti ilaç içerdi. Midesi mi rahatsızmış nedir? Herkesin karşısında ilaç içerken de “modern bir insan” olduğunu söyler; dinimizin akıl dini olduğunu ifade ederek oruçlu iken ilaç içmenin bir sakıncası olmadığını ifade ederdi. Bir çocuğun bile bildiği ve sağlık durumu elvermeyenlerin oruçlarını erteleyebileceği gerçeğini; ne yazık ki bu komutanımız öğrenememişti. Birçok subay, durumun nezaketi gereği böyle bir şeyin olamayacağını bildikleri halde susar; kendisine herhangi bir cevap vermekten çekinirlerdi. İşte dini bilgilerin hiç olmaz ise namaz, oruç gibi İslam’ın en önemli şartlarının askeri okullarda okutulması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu örnekten yola çıkılarak din eğitimine ihtiyaç duyulduğu anlaşılabilir. Bazı askerler dini eğitim almadıkları bilakis rakı sofralarında bilgilendikleri için “irtica” yaygaraları arasında kendilerini gülünç hale düşürebiliyorlar. Allah, bütün yöneticilerimize ve hassaten komutanlarımıza akıl, izan ve iman nasip etsin… Askeri gemilerde yaşadığım en ilginç olay ilk görev yerim olan Hücumbot Filosunda gerçekleşmişti. Benim mezun olduğum seneden bir yıl sonra Deniz Harp Okulunda müthiş bir terör estirilmişti. Namaz kılan ve başarı listelerinde en önde olan öğrenciler okuldan atılmışlardı. Gerekçe “disiplinsizlik” idi. Namaz kılıp oruç tutmak, içki içmemek demek ki; bu darbeci askerlerin gözünde disiplinsiz bir davranıştı. Bu düpedüz din ve vicdan özgürlüğüne aykırı tutum sonunda bütün öğrenciler dinden ve dindar insanlardan korkutulup ürkütülmek istenmişti. Çirkinliğin ve saygısızlığın bini bir paraya düşmüştü. İşte bu durumu fırsata çeviren FETÖ örgütü, namaz kılanlara, oruç tutanlara ve dinini yaşamak isteyenleri korkutarak; örümcek ağı gibi yayılmıştı. Din düşmanlığı ile birçok askeri zehirlemeye devam ediyordu. ABD’nin kontrolüne girmiş Feto, dinimizin asgari gereklerini yani namaz ve oruç gibi ibadetlerini yapanlara “Donkişot” diyerek; aklınca dalga geçiyordu. Biz ise FETÖ örgütünü bu sayede net bir şekilde tanıma fırsatını bulmuştuk. İslam’ın en önemli emirlerini değiştirmeye çalışan bir kişi; işte fırsatını bulsa her türlü fenalığı yapabilirdi. Nitekim 15 Temmuz 2016 darbesinde masum sivillerin öldürülmesi cinayetini işleyebilmişlerdir. FETÖ örgütünün yaptığı fenalığın en açık delili ve göstergesi oruçtu. Öğrenciliğimizin ilk yılında oruç yasak olduğu halde bizimle beraber tutan öğrenciler, FETÖ’nün kancasına takılınca; oruç tutmak serbest bırakıldığında dahi bu sefer Ramazanı yemeğe başlamışlardı. Niçin böyle yaptıkları sorulunca “midemden rahatsızım” diyerek o basit akıllarınca insanları kandırdıklarını zannediyorlardı. Bu hain FETÖ-Faşist işbirliği sonucunda dindar askerler üzerindeki kıskaç her geçen gün daha da artıyordu. Dini engelleme ve yasaklar 1980’li yılların tamamında acımasızca devam etmişti. Faşist darbeci Evren “irtica” yaygaraları ile insanları kışkırtıyor komutanlar da hukuksuz ve yasadışı emirler yayınlayarak dindar askerler için “ bunları komayın, yaşatmayın” diye kendi komutası altındaki birliklerinde terör estiriyorlardı. Her türlü zulmü gencecik vatan evlatlarına reva görmekten çekinmiyorlardı. İşte bunun en insafsızca uygulaması 1987 yılında Deniz Harp Okulunda uygulamaya konulmuştu. Bu zulmü yaşayan bir deniz subayı, yaşadıklarını bana şöyle anlatmıştı: “Sizin sınıf yani 9000’ler mezun olduktan sonra 7 son sınıf öğrencisi ki bir tanesi Deniz Lisesi birincisi idi, hepsini okuldan attılar. Birkaç ay sonra subay olacak olan bu öğrenciler derslerinde başarılı olduğu gibi okulun en disiplinli öğrencilerindendi. Sırf gözdağı vermek için namaz kılan bu öğrencileri okuldan uzaklaştırdılar. Yüklü bir senet ile ceza ödettikleri yetmiyormuş gibi bir de eğitim haklarını da ellerinden almışlardı. Okulda tam bir terör vardı. Gerçi o yıl Ramazan orucu yasaklanmamıştı. Fakat iftar ve sahur yemekleri çıkarılmıyordu. Üstelik kahvaltı, öğle ve akşam yemeklerine girmek mecburi idi. Girmeyen öğrencilerin sırası boş kalıyor, bu öğrencileri disiplin cezası ile cezalandırıp hafta sonu izinsiz bırakıyorlardı”. İşte “Çin işkencesi” adı verilen zulmün Türkiye uygulaması böyle oluyordu. Resmen oruç tutan öğrencileri yıldırmak için yemeğe zorla sokup eziyet ediyorlardı. Bu subay arkadaşımı; musibet ve sıkıntıların geçici olduğunu, bunun devamlı olamayacağını ve sabredenlerin büyük mükâfat ve ecir kazanacaklarını söyleyerek; teselli etmeye çalıştım. Nitekim 1987 yılı benim için de çok zorlu geçmişti. O yıl ki irtica teröründen ben de etkilendim. Deniz Harp okuluna çağrılarak öğrencilere “namaz kılmak ve dini kitapları okutmaya çalışmak” suçu ile okul yönetimi tarafından suçlandım ve sorgulandım. Hucümbot filosunda görev yaparken bir Ramazan günü yapılan bu sorgulamada zavallı öğrencileri karşıma dizip “irtica” iddialarını; yüzüme karşı söylettiler. Ben de yaşadığım gerçekleri sorgulamayı yapan komutanlara ve öğrencilere söyledim. Yetkisi olmadığı halde bu soruşturma işini yapan Bahriye Mektebinin Komutanı idi. Bana cevap hakkı bile tanımadan bağırıp çağırmıştı. Bu hukuksuz olarak sorgulamayı ise Öğrenci Alay Komutanı yapıyordu. Bu şahıs daha odasına girer girmez sahsıma karşı alaycı bir yaklaşım ile küstahça davranmıştı. Bu saygısız tutum; almış olduğum askeri terbiye kurallarını bir tarafa koymama neden olmuştu. Artık öğrenci değil bir subaydım. Gerçi öğrenciye karşı da bu derece saygısız davranılmaması gerekirdi. Bana “seni niçin buraya çağırdık biliyor musun” diye alaycı bir şekilde soru sormuş “evet biliyorum soruşturma yapıyorsunuz” diye cevap verince; “o zaman anlat bakalım” diyerek aklınca korktuğumu zannedip bir çeşit yoklama çekiyordu. “Okulda aşırı sol faaliyetler var” dedim. “Anlamadım” deyince “okulda komünist faaliyetler var” diye tekrarladım. Bana “saçmalama be!” dedi. İşte o an birikmiş olan bütün kızgınlığımla “Siz ne biçim Alay Komutanısınız, okulda irtica yok, komünist faaliyetler var fakat farkında değilsiniz” diyerek çeşitli örnekler verip bağırıp çağırmaya başlamıştım. Rütbem Teğmendi ve yeni olduğu için pırıl pırıl parlıyordu. Karşımdaki Alay Komutanı ise bütün öğrencilerin en önünde tören yürüyüşü yapan bir Kurmay Albay idi. Benim yüksek sesle cevap vermem karşısında Alay Komutanı mos mor olmuştu. Sözlerime tahammül edemeyerek makam odasını terk edip gitmişti. Odadan ayrılıp muhtemelen Okul Komutanının yanına gittiğini düşünmüştüm. Çünkü bütün işleri okul komutanı yürütüyordu. Bir müddet sonra dönünce yüzü hala mosmor idi. Yanında daktilo yazan astsubayları getirmişti ve beni soru yağmuruna tutmaya başladı. Bildiklerimi bütün içtenliğimle ve pervasızca haykırdım. Zaten gözüm kararmıştı ve ordudan bu şekilde atılmaktan da korkmuyordum. Önemli olan herkesin çok iyi bildiği fakat gizlediği bazı gerçekleri haykırmak ve kayda geçirmekti. Karşıma zavallı askeri okul öğrencilerini dizdiler. Çocuklar tir tir titriyordu. Beni tanıyıp tanımadıkları ve ne yaptığımı sorunca “bize namaz kılmamız konusunda baskı yapıyordu” ve “dini kitapları okuyun” dediğimi söylediler. Bana dönüp “doğru mu bunlar” diye sorulunca “evet doğru fakat baskı yapmayıp tavsiye ediyordum” dedim. Sonrasında Alay Komutanına “20 yaşına gelmiş öğrencilere baskı yapmak mümkün mü” diye sordum. Bütün bu konuşmalar görevli astsubaylar tarafından daktilo ediliyordu. Saatler süren sorgu sualden sonra nihayet Alay komutanının aklına gelmiş olacak ki “oruç tutuyor musun?” diye sordu. “tutuyorum” deyince de okulda görev yapan askerlerin karavanasından yemek getirilmesini söyledi. Ramazan iftarımı açarken de Alay Komutanın hâlâ çenesi durmuyordu. Artık cevap vermemeye başladım. Sorularına cevap vermeyince de o da sustu. Bana 50 sayfaya yakın konuşma tutanağını imzalattılar. Her sayfasını oku ve imzala dediler. Söylenilen her şey aynen yazılmıştı. Sözlerimden başka farklı bir şey görmedim ve bütün sayfaları imzaladım. Daha sonra beni görev yaptığım birliğime gönderdiler. Her halde yakında “beni de ordudan atarlar” diye düşünmüştüm. Lakin başka soruşturmalar daha oldu. Yapılan yanlışlıklar fark edilmiş olsa gerek ki benim soruşturmadan bir olumsuz durum çıkmadı. Yüzbaşı rütbesine kadar savaş gemilerinde ve karargah birliklerinde görevime devam ettim. Bu soruşturma sonucunda oldukça yüksek bir özgüvenim de meydana gelmiştim. Dini konularda saygısızlık yapanlara beklemedikleri kadar sert cevaplar verip susturmaya başlamıştım. Nihayet eşimle birlikte başörtüsü yasaklarına uymadığım için önce “şüpheli” sonra da “sakıncalı” kategorisine alınarak 28 Şubat 1997 döneminde Yüksek Askeri Şura Kararı ile re’sen emekli edilerek ordudan ayrılmak zorunda kaldım. Ordudan ayrılış belgesinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in imzası vardı. Bu dönemde faşist generallerden çekinen seçimle işbaşına gelmiş sivil yöneticiler; verdikleri sözlere rağmen benim gibi binlerce askeri ordudan atmışlardı. Bunun sonucu ise ortadadır. FETÖ örgütü ile beraber faşist generallerin işbirliği ile her 8-10 yılda bir kesintisiz darbe süreci devam etti. En sonunda 104 Amiral’in skandalı ortaya çıktı. Fakat darbe muhtıralarına çok benzeyen bu emekli amirallerin bildirisi ters tepmiş; kendilerine karşı soruşturmalar açılmıştı. Neticede halkın seçtiği siyasetçilere parmak sallayan ve ayar vermeye çalışan bu darbe sever amirallere bir tepki gösterilmesinin zamanı gelmiş ve geçmekteydi. Bu yazıyı okuduktan sonra FETÖ örgütünün nasıl palazlandığını ve dindar insanların gözünün yaşına bakılmadan nasıl ordudan tasfiye edildiğini anlayabilirsiniz. “Bahriye’de 15 Yıl” isimli bir kitap yazarak bu konuları daha detaylı bir şekilde yayınlayıp neşrettim. Bu kitap ilk olarak 1997 yılında yayınlandığı halde maalesef hiçbir ders alınmadı. Kesintisiz darbe süreci değişmeden devam etti. İnşallah bu makale ve kitaplardan ders çıkaran yöneticiler olur. Orduda dindar insanlara karşı yürütülen acımasız müdahalelere artık bir son verilir, vesselam… Dr. Vehbi Kara
Ekleme Tarihi: 11 Nisan 2022 - Pazartesi

Savaş Gemilerinde Ramazan

Savaş Gemilerinde Ramazan Günümüzde” ibadet özgürlüğü nasıldır” bilmiyorum lakin darbe yıllarında askeri birlik ve gemilerde Ramazan ayı çok zevkli geçerdi. Yanlış anlaşılmasın Ramazan ayının zevkli geçmesinin sebebi zorla dayatılan engellerdi. Benim gibi askerler din ve vicdan özgürlüğüne aykırı bu zorbalıkları aşmak için oldukça idmanlıydık. Yaşadığımız olaylar ve karşı karşıya kaldığımız güçlükler Ramazan ayını bir başka şekilde güzelleştirirdi. Çünkü zorluklara karşı yapılan ibadetlerin ayrı bir güzelliği vardır. Bazı askeri gemilerde bazı çok bilmiş komutanlar dini konularda da ahkâm keser askerlerin namaz ve oruç gibi ibadet ihtiyaçlarını engellemeye çalışırdı. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen akıldışı ve bir o kadar cahilce uygulamalar ve davranışlarla karşı karşıya kalırdık. Savaş gemilerinde yaklaşık olarak 10 yıl görev yaptım. Bu süre içinde bazı sorunlar yaşamış olsam da çok şükür hiç ara vermeden orucumu tutabildim. Gemilerde oruç tutmak göründüğü gibi kolay değildir zira çeşitli bahanelerle orucumuzu bozmamız istenirdi. Koskoca savaş gemisinde sadece birkaç kişinin oruç tutabildiği günleri de yaşamıştım. Askeri okul süresince yaşadığım tecrübeler ve özellikle dini konularda şahsıma karşı yapılan soruşturmalar bende ters etki yapmıştı. “İnceldiği yerden kopsun” anlayışı ile hareket ederdim. O yıllarda şöyle düşünüyordum: Eğer beni namaz kıldığım veya oruç tuttuğum için ordudan atarlarsa gider ticaret gemilerinde çalışırdım. Daha iyi şartlar altında emeğimin karşılığını alma imkânım vardı. Bu nedenle kimseye karşı yüzsuyu dökmezdim. Dini konularda tehdit edip “bak ordudan atılırsın!” diyenlere “elinden geleni ardına koyma” diyecek kadar özgüvenim vardı. Askeri gemilerde çoğu zaman oruç tutanlara karışılmazdı. Lakin bazı tatbikatlar esnasında gemi komutanlarının keyfi emirleri ile karşılaşırdık. Filo komutanları Ramazan ayında çıkardıkları emirlerde açık bir yasaklama içine girmez; sadece emniyet tedbirlerine dikkat edilmesi ve mesai saatlerinin aksatılmaması konusunda ilave tedbirler alınmasını isterlerdi. Gemi komutanlarının çoğu Ramazan ayında iftar ve sahur yemeklerinin çıkarılması konusunda hassas davranır kimsenin orucuna karışmazlardı. Fakat Ramazan ayına denk gelen tatbikatlarda “oruç tutmayı yasaklayan” komutanlara da rastlamıştım. Fakat bütün silah ekibiyle beraber top atışlarında başarılı olduğumuz için nedense yasaklandığı halde benim oruç tutmama karışan olmazdı. Gerçi tatbikat ve seferi durumda yani bazı özel şartlarda oruç tehir edilip Ramazandan sonra da tutulabilir. Buna ruhsat veriliyor. Fakat dayatma ve zorlama yapan komutanlar çıkınca; benim gibi bazı insanlarda tersine etki yapabiliyordu. Nihayetinde din; Allah ile kul arasındadır, buna kimsenin karışmaya hakkı yoktur. Eğer askerlik ve eğitim gibi nedenlerle oruç tutmak güçleşiyor ise komutanların görevi sadece tavsiyede bulunmaktır. Bundan fazlasına karışmak vicdan özgürlüğüne aykırı bir tutumdur. Her ne ise… Özellikle tatbikatlara çıktığımızda gemi komutanları oruç tutulmasını yasaklar, tutan personelin cezalandırılacağını söylerlerdi. Diğer zamanlarda yani gemilerin limanda kaldığı süre içinde oruç tutmak isteyenlere yemek çıkarılır kimseye zorluk gösterilmezdi. En azından uzun süre görev yaptığım Harp Filosunda durum böyle idi. Bütün savaş gemilerinde disiplin işleri 2. Komutan tarafından sağlanır. Ticaret gemilerinde ise bu işi 2. Kaptan yapar. Bahriye ile ticaret gemileri arasında birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bir benzerlik vardır. İkinci Komutan, Gemi Komutanının verdiği emirlerin yerine getirilip getirilmediğini kontrol eder; aksine davrananları cezalandırırdı. Disiplin işleri her iki sektörde de ikinci sıradaki subay ve zabitlerin işidir. Tatbikatlarda Ramazan ile ilgili yasaklar olurdu lakin oruç tuttuğu için cezalandırılan hiçbir askerlere rastlamadım. Belki benim çalıştığım gemilere has bir durumdur. Görev esnasında 2. Komutanlar ile konuşurken çocukluğumdan beri hiç Ramazan orucuna ara vermediğimi söylerdim. Onlar da bana karışmazlar hatta tatbikatlar esnasında yasak olsa bile iftar yemeğinde gördükleri vakit “Allah kabul etsin” derlerdi. Tatbikat bittiğinde Ramazan mesaisi uygulanır yemekler iftar saatine göre ayarlanır, Ramazan ayının coşkusu ve güzelliği tüm savaş gemilerine yayılırdı. Tabii ki bu güzel duygudan mahrum kalan oruçsuz kişilerde vardı. Gemi Komutanlarının neredeyse tamamının oruç tuttuğuna şahit olmuşumdur. Fakat bir tanesi çok ilginçti. Askeri okullarda dini eğitim ihmal edildiği için ne derece kötü sonuçlar doğurduğunu ifade etmek isterim. Nitekim örnek olması bakımından ibretli olan bir durum umarım askeri eğitimden sorumlu kişileri harekete geçirecektir. Zira cehaletin bu kadarına “pes” dedirtecek kadar anormal kişiler çıkabiliyordu. Bir gemi komutanı, hem oruç tutar hem de gündüz vakti ilaç içerdi. Midesi mi rahatsızmış nedir? Herkesin karşısında ilaç içerken de “modern bir insan” olduğunu söyler; dinimizin akıl dini olduğunu ifade ederek oruçlu iken ilaç içmenin bir sakıncası olmadığını ifade ederdi. Bir çocuğun bile bildiği ve sağlık durumu elvermeyenlerin oruçlarını erteleyebileceği gerçeğini; ne yazık ki bu komutanımız öğrenememişti. Birçok subay, durumun nezaketi gereği böyle bir şeyin olamayacağını bildikleri halde susar; kendisine herhangi bir cevap vermekten çekinirlerdi. İşte dini bilgilerin hiç olmaz ise namaz, oruç gibi İslam’ın en önemli şartlarının askeri okullarda okutulması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu örnekten yola çıkılarak din eğitimine ihtiyaç duyulduğu anlaşılabilir. Bazı askerler dini eğitim almadıkları bilakis rakı sofralarında bilgilendikleri için “irtica” yaygaraları arasında kendilerini gülünç hale düşürebiliyorlar. Allah, bütün yöneticilerimize ve hassaten komutanlarımıza akıl, izan ve iman nasip etsin… Askeri gemilerde yaşadığım en ilginç olay ilk görev yerim olan Hücumbot Filosunda gerçekleşmişti. Benim mezun olduğum seneden bir yıl sonra Deniz Harp Okulunda müthiş bir terör estirilmişti. Namaz kılan ve başarı listelerinde en önde olan öğrenciler okuldan atılmışlardı. Gerekçe “disiplinsizlik” idi. Namaz kılıp oruç tutmak, içki içmemek demek ki; bu darbeci askerlerin gözünde disiplinsiz bir davranıştı. Bu düpedüz din ve vicdan özgürlüğüne aykırı tutum sonunda bütün öğrenciler dinden ve dindar insanlardan korkutulup ürkütülmek istenmişti. Çirkinliğin ve saygısızlığın bini bir paraya düşmüştü. İşte bu durumu fırsata çeviren FETÖ örgütü, namaz kılanlara, oruç tutanlara ve dinini yaşamak isteyenleri korkutarak; örümcek ağı gibi yayılmıştı. Din düşmanlığı ile birçok askeri zehirlemeye devam ediyordu. ABD’nin kontrolüne girmiş Feto, dinimizin asgari gereklerini yani namaz ve oruç gibi ibadetlerini yapanlara “Donkişot” diyerek; aklınca dalga geçiyordu. Biz ise FETÖ örgütünü bu sayede net bir şekilde tanıma fırsatını bulmuştuk. İslam’ın en önemli emirlerini değiştirmeye çalışan bir kişi; işte fırsatını bulsa her türlü fenalığı yapabilirdi. Nitekim 15 Temmuz 2016 darbesinde masum sivillerin öldürülmesi cinayetini işleyebilmişlerdir. FETÖ örgütünün yaptığı fenalığın en açık delili ve göstergesi oruçtu. Öğrenciliğimizin ilk yılında oruç yasak olduğu halde bizimle beraber tutan öğrenciler, FETÖ’nün kancasına takılınca; oruç tutmak serbest bırakıldığında dahi bu sefer Ramazanı yemeğe başlamışlardı. Niçin böyle yaptıkları sorulunca “midemden rahatsızım” diyerek o basit akıllarınca insanları kandırdıklarını zannediyorlardı. Bu hain FETÖ-Faşist işbirliği sonucunda dindar askerler üzerindeki kıskaç her geçen gün daha da artıyordu. Dini engelleme ve yasaklar 1980’li yılların tamamında acımasızca devam etmişti. Faşist darbeci Evren “irtica” yaygaraları ile insanları kışkırtıyor komutanlar da hukuksuz ve yasadışı emirler yayınlayarak dindar askerler için “ bunları komayın, yaşatmayın” diye kendi komutası altındaki birliklerinde terör estiriyorlardı. Her türlü zulmü gencecik vatan evlatlarına reva görmekten çekinmiyorlardı. İşte bunun en insafsızca uygulaması 1987 yılında Deniz Harp Okulunda uygulamaya konulmuştu. Bu zulmü yaşayan bir deniz subayı, yaşadıklarını bana şöyle anlatmıştı: “Sizin sınıf yani 9000’ler mezun olduktan sonra 7 son sınıf öğrencisi ki bir tanesi Deniz Lisesi birincisi idi, hepsini okuldan attılar. Birkaç ay sonra subay olacak olan bu öğrenciler derslerinde başarılı olduğu gibi okulun en disiplinli öğrencilerindendi. Sırf gözdağı vermek için namaz kılan bu öğrencileri okuldan uzaklaştırdılar. Yüklü bir senet ile ceza ödettikleri yetmiyormuş gibi bir de eğitim haklarını da ellerinden almışlardı. Okulda tam bir terör vardı. Gerçi o yıl Ramazan orucu yasaklanmamıştı. Fakat iftar ve sahur yemekleri çıkarılmıyordu. Üstelik kahvaltı, öğle ve akşam yemeklerine girmek mecburi idi. Girmeyen öğrencilerin sırası boş kalıyor, bu öğrencileri disiplin cezası ile cezalandırıp hafta sonu izinsiz bırakıyorlardı”. İşte “Çin işkencesi” adı verilen zulmün Türkiye uygulaması böyle oluyordu. Resmen oruç tutan öğrencileri yıldırmak için yemeğe zorla sokup eziyet ediyorlardı. Bu subay arkadaşımı; musibet ve sıkıntıların geçici olduğunu, bunun devamlı olamayacağını ve sabredenlerin büyük mükâfat ve ecir kazanacaklarını söyleyerek; teselli etmeye çalıştım. Nitekim 1987 yılı benim için de çok zorlu geçmişti. O yıl ki irtica teröründen ben de etkilendim. Deniz Harp okuluna çağrılarak öğrencilere “namaz kılmak ve dini kitapları okutmaya çalışmak” suçu ile okul yönetimi tarafından suçlandım ve sorgulandım. Hucümbot filosunda görev yaparken bir Ramazan günü yapılan bu sorgulamada zavallı öğrencileri karşıma dizip “irtica” iddialarını; yüzüme karşı söylettiler. Ben de yaşadığım gerçekleri sorgulamayı yapan komutanlara ve öğrencilere söyledim. Yetkisi olmadığı halde bu soruşturma işini yapan Bahriye Mektebinin Komutanı idi. Bana cevap hakkı bile tanımadan bağırıp çağırmıştı. Bu hukuksuz olarak sorgulamayı ise Öğrenci Alay Komutanı yapıyordu. Bu şahıs daha odasına girer girmez sahsıma karşı alaycı bir yaklaşım ile küstahça davranmıştı. Bu saygısız tutum; almış olduğum askeri terbiye kurallarını bir tarafa koymama neden olmuştu. Artık öğrenci değil bir subaydım. Gerçi öğrenciye karşı da bu derece saygısız davranılmaması gerekirdi. Bana “seni niçin buraya çağırdık biliyor musun” diye alaycı bir şekilde soru sormuş “evet biliyorum soruşturma yapıyorsunuz” diye cevap verince; “o zaman anlat bakalım” diyerek aklınca korktuğumu zannedip bir çeşit yoklama çekiyordu. “Okulda aşırı sol faaliyetler var” dedim. “Anlamadım” deyince “okulda komünist faaliyetler var” diye tekrarladım. Bana “saçmalama be!” dedi. İşte o an birikmiş olan bütün kızgınlığımla “Siz ne biçim Alay Komutanısınız, okulda irtica yok, komünist faaliyetler var fakat farkında değilsiniz” diyerek çeşitli örnekler verip bağırıp çağırmaya başlamıştım. Rütbem Teğmendi ve yeni olduğu için pırıl pırıl parlıyordu. Karşımdaki Alay Komutanı ise bütün öğrencilerin en önünde tören yürüyüşü yapan bir Kurmay Albay idi. Benim yüksek sesle cevap vermem karşısında Alay Komutanı mos mor olmuştu. Sözlerime tahammül edemeyerek makam odasını terk edip gitmişti. Odadan ayrılıp muhtemelen Okul Komutanının yanına gittiğini düşünmüştüm. Çünkü bütün işleri okul komutanı yürütüyordu. Bir müddet sonra dönünce yüzü hala mosmor idi. Yanında daktilo yazan astsubayları getirmişti ve beni soru yağmuruna tutmaya başladı. Bildiklerimi bütün içtenliğimle ve pervasızca haykırdım. Zaten gözüm kararmıştı ve ordudan bu şekilde atılmaktan da korkmuyordum. Önemli olan herkesin çok iyi bildiği fakat gizlediği bazı gerçekleri haykırmak ve kayda geçirmekti. Karşıma zavallı askeri okul öğrencilerini dizdiler. Çocuklar tir tir titriyordu. Beni tanıyıp tanımadıkları ve ne yaptığımı sorunca “bize namaz kılmamız konusunda baskı yapıyordu” ve “dini kitapları okuyun” dediğimi söylediler. Bana dönüp “doğru mu bunlar” diye sorulunca “evet doğru fakat baskı yapmayıp tavsiye ediyordum” dedim. Sonrasında Alay Komutanına “20 yaşına gelmiş öğrencilere baskı yapmak mümkün mü” diye sordum. Bütün bu konuşmalar görevli astsubaylar tarafından daktilo ediliyordu. Saatler süren sorgu sualden sonra nihayet Alay komutanının aklına gelmiş olacak ki “oruç tutuyor musun?” diye sordu. “tutuyorum” deyince de okulda görev yapan askerlerin karavanasından yemek getirilmesini söyledi. Ramazan iftarımı açarken de Alay Komutanın hâlâ çenesi durmuyordu. Artık cevap vermemeye başladım. Sorularına cevap vermeyince de o da sustu. Bana 50 sayfaya yakın konuşma tutanağını imzalattılar. Her sayfasını oku ve imzala dediler. Söylenilen her şey aynen yazılmıştı. Sözlerimden başka farklı bir şey görmedim ve bütün sayfaları imzaladım. Daha sonra beni görev yaptığım birliğime gönderdiler. Her halde yakında “beni de ordudan atarlar” diye düşünmüştüm. Lakin başka soruşturmalar daha oldu. Yapılan yanlışlıklar fark edilmiş olsa gerek ki benim soruşturmadan bir olumsuz durum çıkmadı. Yüzbaşı rütbesine kadar savaş gemilerinde ve karargah birliklerinde görevime devam ettim. Bu soruşturma sonucunda oldukça yüksek bir özgüvenim de meydana gelmiştim. Dini konularda saygısızlık yapanlara beklemedikleri kadar sert cevaplar verip susturmaya başlamıştım. Nihayet eşimle birlikte başörtüsü yasaklarına uymadığım için önce “şüpheli” sonra da “sakıncalı” kategorisine alınarak 28 Şubat 1997 döneminde Yüksek Askeri Şura Kararı ile re’sen emekli edilerek ordudan ayrılmak zorunda kaldım. Ordudan ayrılış belgesinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in imzası vardı. Bu dönemde faşist generallerden çekinen seçimle işbaşına gelmiş sivil yöneticiler; verdikleri sözlere rağmen benim gibi binlerce askeri ordudan atmışlardı. Bunun sonucu ise ortadadır. FETÖ örgütü ile beraber faşist generallerin işbirliği ile her 8-10 yılda bir kesintisiz darbe süreci devam etti. En sonunda 104 Amiral’in skandalı ortaya çıktı. Fakat darbe muhtıralarına çok benzeyen bu emekli amirallerin bildirisi ters tepmiş; kendilerine karşı soruşturmalar açılmıştı. Neticede halkın seçtiği siyasetçilere parmak sallayan ve ayar vermeye çalışan bu darbe sever amirallere bir tepki gösterilmesinin zamanı gelmiş ve geçmekteydi. Bu yazıyı okuduktan sonra FETÖ örgütünün nasıl palazlandığını ve dindar insanların gözünün yaşına bakılmadan nasıl ordudan tasfiye edildiğini anlayabilirsiniz. “Bahriye’de 15 Yıl” isimli bir kitap yazarak bu konuları daha detaylı bir şekilde yayınlayıp neşrettim. Bu kitap ilk olarak 1997 yılında yayınlandığı halde maalesef hiçbir ders alınmadı. Kesintisiz darbe süreci değişmeden devam etti. İnşallah bu makale ve kitaplardan ders çıkaran yöneticiler olur. Orduda dindar insanlara karşı yürütülen acımasız müdahalelere artık bir son verilir, vesselam… Dr. Vehbi Kara
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.