Kürşat Şahin YILDIRIMER
Köşe Yazarı
Kürşat Şahin YILDIRIMER
 

TARİH BOYUNCA KADIN PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL ROLÜ…

TARİH BOYUNCA KADIN PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL ROLÜ… 1-Birinci önermemiz, kadının biyolojisini göz önüne almadan onun için en uygun olanın tanımlanamayacağı gerçeği. 2- İkincisi, kültürel ve geleneksel aktarımların kadına biçtiği rollerin, günün verilerine göre yeniden tanımlanması gerektiği gerçeği. 3-Üçüncü önermemiz, modemizmin getirdiği sosyokültürel değerlere rağmen ruh sağlığımızdaki olumsuz gidişatın kadın psikolojisi üzerindeki sonuçlarını gözden geçirmek gerekliliği. Aynı zamanda kadının konforunun nerede olduğu konusunda beyin fırtınasını yapmak. 4- Dördüncüsü ise, kadına ikinci sınıf olmayı öneren erkek egemen kültüre karşı, kadın erkek savaşlarını teşvik eden feminizmin yanlışı yanlışla düzeltmeye çalıştığının kanıtlanması. "Ortalama erkek, ortalama kadından daha üstündür." düşüncesi Aristoteles'in teziydi. Aynı tez materyalizmin teorisyenlerin-den Nietzsche tarafından da savunuldu. "Peki, günümüze gelindiğinde bu durumun alternatifi nedir? İnsanı üstün kılan, cinsiyetinin yetenekleri ve becerileri midir?" sorularının mutlaka sorulması gerektiğini düşündük. (12, 57, 58) Farklılık Bilinci Kişilik yapılarındaki farklılıklar kadın erkek arasında oldukça belirgindir. Bu durum doğaldır ve genetik algoritmanın bir gereğidir. İki cinsin de karşı tarafın kendisinden farklı olması gerektiğini bilmesi, ilişkinin sağlıklı olması için ilk adımdır. Aksi takdirde bizim hissettiğimizi onun da hissetmesini veya bizim istediğimizi istemesini arzularız. Bu ise ne mümkündür, ne de doğru ve gerekli. Çünkü insanlar tek tip yaratılmamışlardır. Biz sevdiğimiz kişiye nasıl davranıyorsak karşı tarafın da bize öyle davranmasını beklemek, olgunlaşmamış bir kişilik belirtisidir. Sevgiyi kimileri konuşarak, kimileri de hediyeleşerek ifade ederler. Yine bazıları sevgilerini yardım davranışıyla, bazıları da fizikî temas, yani dokunma ile gösterirler. İşte bu farklılıkları bilmek, duygusal farkındalığı, dolayısıyla iyi ilişki kurmayı sonuç verir. PSİKOLOJİK FARKLILIKLARIN ANALİZİ Kadınlar daha fazla estetik kaygılara, sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir. Bir erkeğin yarışı kazanmaktan veya tuttuğu futbol takımının attığı golden aldığı zevki, kadın yakınlaşma ve paylaşma anında hisseder. Eşlerin birbirlerine verecekleri en önemli armağan, güvenlerini hissettirmeleridir. Bu, aynı zamanda karşımızdakini onurlandırma yoludur. Kadının psikolojik ihtiyacında önceliği, duyguları anlamak, ifade etmek ve değiştirmek alır. Erkek ise hep çözüm odaklı düşünebilir. Ancak bunun sırrı, farklı genetik algoritmada saklıdır ve bu konuda gösterilecek çabayla düzeltilebilir. Neticede genetik yapıyı göz önüne alarak kişinin psikolojik doğasına uygun davranan insan, mutluluğu daha kolay yakalayacaktır. Kadınlar Neden Daha Çok Konuşur? İnsan beynini en çok çalıştıran eylem, kelime üretmektir. Sözcüklerin linguistik özellikleri sol beyne, anlam bölümü sağ beyne, duygular ise beynin derinliklerine yazılıdır. Sözcük üretirken hepsi birden ortak çalışmalıdır. Kadınlarda ve dişi hayvanlarda bu özelliğin, biyolojik eğilim olarak üstün olduğunu görüyoruz.  Konuşmanın psikolojik dinamiğinin başlıca özellikleri şunlardır. Toplumsal Cinsiyet Rolü Genetik bilimindeki yeni gelişmeler, cinsiyet oluşumunda insan biyolojisinin önemini ortaya koymaktadır. Akademik platformlarda gerçekleştirilen tartışmalar, "kişinin genetik algoritmasına uygun davranmasının menfaatine olduğu, genlere rağmen oluşturulan öğretilerin insana zarar verdiği" tezini güçlendirmiştir. Kadın ve erkeğin cinsel kimliğinin oluşması ve cinsiyet rolünün pekişmesinde genlerden gelen miras etkilidir. Genler kendisine yazılanın yapılmasını ister, hatta emreder. Bir insanın cinsiyet kimliği, biyolojik unsurların üstüne kültürel doktrinlerin eklenmesi sonucunda oluşur. İnsanlarda cinsiyet kimliği ilköğretime başlamadan önceki yıllarda oluşur. Bunu çocukların zevklerinden ve oyunlarındaki farklardan anlarız.   Tarihte kadının toplumsal konumu, kadının toplumsal statüsü tarih boyunca çok fazla iniş çıkışlar yaşamış olmasına rağmen bu konuda ciddî bir gelişme olduğunu söylemek güçtür. Halkların kadına bakış açısı, sahip oldukları kültürel değerler ışığında farklılık göstermiştir. Kadının geçmiş toplumlardaki rolüne baktığımızda birbirinden çok farklı yaklaşımlar sergilendiğini görürüz. Meselâ Antik Yunan kadını cemiyet hayatında son derece aktif ve özgür olmuş, bilhassa eğlence hayatının içinde bulunmuştur. Bu dönem, genç kız, kadın ya da erkeklerin 25 yaşına kadar çıplak gezmelerinin önerildiği, kuralsızlığın hâkim olduğu bir süreçtir. Giyinme zorunluluğu 25 yaşından sonra söz konusudur. Antik Çağdaki heykellerde kadının cinsel kimliği ön plâna çıkarılmıştır. Fakat daha sonra İsparta ile Atina halkı arasında kadın konusu çokça tartışılmıştır. Meselâ Aristo'nun kadının ikinci sınıf görülmesiyle alâkalı fikirleri, kadın cinsiyle ilgili "kalıp yargılar"ın pekişmesini sağlamıştır. Hatta aklın gelişmesine çok önem veren Aristo, sahip ve efendilerden oluşan küçük bir topluluğun, kölelerden oluşan büyük bir topluluktan üstün olduğunu söyler. Böylece "aristokrat sınıf denilen ldas ortaya çıkar. Aristo, kölelerden oluşan topluluğun yönetilmesi gerektiğini düşünürken, kadını da erkeğin yardımcısı ve tamamlayıcısı olarak konumlandırır. Bu arada mirasta hak verilmemesi taraftarıdır. Öyle İd Aristo, İsparta ahalisini, kadınlara verdikleri haklar dolayısıyla gerici ve aşağılık olmakla suçlar. Ispartalılar ise savaşçı bir toplumdur ve kadın hakları konusunda Atinalıların tam aksini düşünmektedirler. Savaşa gittiklerinde ticarî işlerini, kendi yerlerine bakmaları için kadınlara devrederler. Sitede olmadıkları zaman tasarruf kadınlara bırakılır. Bu durum, Aristo gibi pek çok Atinalının onları eleştirme sebebi olmuştur. Aynca Yunan medeniyetinin zirvede olduğu dönemde, kadınla erkek arasında hiçbir mahremiyetin bulunmaması, iki cinsin fazla iç içe olması ensesti yaygın hâle getirmiştir. "Odipus" ya da "Elektra" kompleksi, bu sürecin ürünüdür. Bu da literatürde efsane hâline gelmiş ve daha sonra birçok bilimsel verinin, özellikle Freudyen görüşün kaynağını oluşturmuştur. Neticede Yunan medeniyetinin benimsediği bu hayat tarzı, onları çözülüp yok olmaya götürmüştür. Romalılarda sistem, erkek egemenlik üzerine kurulmuştur. Kadın Roma'da köle olarak kabul edildiği için hukuki ehliyeti yoktur.  Bu sebeple de evlilikte ya da başka herhangi bir akitleş- mede söz hakkına sahip değildir. Ayrıca mirastan mahrumdur. Hukukî hiçbir hakkı olmayan kadın, fiili ehliyette de vesayet altında kabul edilir. Çocuklar, bunamışlar, akıl hastaları kategorisinde yer alan kadın, kendi kendini yönetemeyeceği ve şahsî kararlarını veremeyeceği için onun adına karar verilmesi gerektiği düşünülür. Roma'da kadın, annelik konusunda da çok şanssızdır. Anne, doğurduğu çocuğu erkeğin ayağına bırakır. Eğer erkek o çocuğu kucağına alırsa evlât olarak kabul ediyor demektir. Ama çocuk olduğu yerde kalırsa, savaş tanrısına emanet edilmiştir ki, böyle bir çocuk ya insaflı bir insan yüreğini ya da ölümü bekler. Hammurabi yasalarında ise kadın, mülk edinilmiş hayvan me-I sabesindedir. Yüzyılların gizemli topluluğu Hindilerde, kadın bütün hayatı boyunca noksan addedilir. Kocası öldüğü zaman, onun akrabasından bir erkeğe bağlanmak zorunluluğu vardır. Ya da Hindistan'ın bazı yerlerinde hâlâ devam eden dul kalan kadının öldürülmesi geleneği, yüzyıllardan bu yana Hintli kadının, eşinin ölümünden sonra hayat hakkı olmadığının işaretidir.  . Yahudilikte ise kadın, erkeğin hizmetçisidir. Yahudi inancına göre erkek kadından üstündür ve kadın ona hizmet etmelidir. Bunun gerekçesi de Âdem'i Havva'nın yoldan çıkardığına inanmalarıdır. Bu sebeple kadın lanetli kabul edilir. Tevrat'ta "Kadın, ölümden acıdır. Allah nezdinde iyi kimse, kadından kurtulandır. Binde bir erkek arasından bir iyi adam buldum, kadınlar arasında tek bir iyi bulamadım." ibaresi yer alır. Antik Yunan felsefesi, Hammurabi yasalarından gelen fikirler, bu tahrif edilmiş Tevrat'ta işlenir. Hıristiyanlığın kadına bakış açısı da Yahudilikten çok farklı değildir. Hıristiyanlık, kadını vesayete muhtaç kabul etmekle birlikte onu "pis varlık" sözleriyle nitelendirir. Bu sebeple de bekârlığın Allah kaünda evlilikten daha şerefli olduğu belirtilmektedir. Şövalyeler, rahibeler ve papazlar, bu inanışın gereği olarak evlenmezler. Çünkü evlenmek, "Şeytan'ın kapısına gitmektir." Bu da kadının güzelliğinden sakınılması gerektiği, onun fitne ve gururunun İblis'in silâhı olduğu teziyle güçlendirilir. Bu düşünce katılığına tepki olarak Hıristiyanlığın, hatta İslâm'ın gelişinden yüzyıllar sonra Rönesans ve Reform ortaya çıkmıştır. Ancak bu değişimler dahi Batıda kadının fert olarak tanınmasını ve sosyal haklarının iyileştirilmesini hemen sağlamamıştır. Yirminci yüzyılın başlarına kadar bekar bir kadının, velisinin izni olmadan akit yapmaya ehil olmadığı düşünülmüş ve tıpkı bir akıl hastası gibi kısıtlı olarak kabul edilmiştir. Batıda çok feci şekilde yaşanan kadın hakları ihlallerinin 1900'lerin başında İngiltere, Kanada ve Fransa gibi ülkelerde değişmeye başlamasıyla durum tersine dönmüştür. Meselâ Kanada'da kadının birey olarak kabul edilmesi 1929'larda gerçekleşir ki bu, çok yakın bir tarihtir. Garpta kadın ferdiyetinin onaylanması ilk kez İngiltere'de, o da ilginç bir şekilde vuku bulur. Bilindiği gibi İngilizcede cinsler arasında ayırım yapmak için "he" [erkekler için kullanılan "o" zamiri] ve "she" [kadınlar için kullanılan "o" zamiri] kelimeleri kullanılır. 1900'lerin başında Kanada'da avukatlık yapan bir kadın, hâkim olduktan sonra kendisine birey olmadığı, yasalarda "he" değil, "she" yazdığı söylenir. Kadınlar bu olay üzerine başlattıkları hukukî mücadele sonrasında erkeklerle eşit haklara sahip olabilmişlerdir. Yirmi birinci yüzyıldan farklı olarak geçmiş çağlarda Batıda kadın, erkekler tarafindan küçümsenmiştir. Erkekler, düşünce yeteneklerinin zayıf olduğunu düşündükleri karşı cinsi köleleştirmişlerdir. Özgür olmadığı için hakkını arayamayan kadının durumu, Fransa gibi büyük bir devlette dahi ancak 1938'lerden sonra değişmiştir. Son din İslâmiyette kadının sosyal konumunu incelersek, bilhassa Hz. Muhammed zamanında toplumda çok aktif olduklarını görürüz. Osmanlıların kadını eve hapsettiğini düşünmek yanlıştır. Fakat geleneksel baskı bu çağda şekil değiştirerek devam etmektedir. Kadının cinsel kimliğiyle var olup, toplumsal konumunun bu şekilde belirlenmesi mi onun için avantajdır, yoksa imaretler, okullar, hastaneler açarak toplumla ilgilenmesi mi daha iyi bir konum sayılır? Kadınların en büyük özelliklerinden birisi, empatik iletişimlerinin erkeklerden daha güçlü olmasıdır. Empati yeteneğinin kadında daha fazla olması, en çok onun çocuk eğitimi ve yardımlaşmada gösterdiği başarılara yansır. Osmanlı, kadının bu empati becerisini toplumsal dayanışma alanında kullanmış ve dinin infak kurumunu harekete geçirerek kadına bu alanda rol vermiştir. Fakat Batıda bilhassa Orta Çağda kadın sadece cinsel kimliğiyle anılmış, hiçbir şekilde diğer sosyal kimliklere sokulmamıştır. Orta Çağda ilim, kültür, sanat hayatında etkin kadınlar görmek güçtür. Buna tepki olarak da Batıda daha sonraki dönemlerde cinsel özgürlük akımı ortaya çıkmıştır. İnsanide tarihi, büyüyen bir insan gibidir. Bilhassa kültürel gelişim sürecinde toplumların hatalarıyla karşılaşmak ihtimali daha çoktur. Nasıl ki bir çocuğun yetişme çağında yaptığı hatalar erişkinlik sürecinde son bulursa, insanlığın yanlışları da olgunlaştıkça azalır. Şu esnada erişkinlik dönemini yaşayan insanlık, bugüne kadar edindiği kültürel birikimi göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Ancak burada, üzerinde önemle durulması gereken bir husus var: İnsanî değerleriyle anılmak isteyen modern kadın, aklın geliştirilmesine çok önem vererek onu kutsallaştırdı. Mantık ve muhakeme ile ilgili melekelerini yücelten kadın, biyolojik doğasına aykırı davranarak duygularla uğraşmayı zayıflık şeklinde algıladı. Biyolojik doğasına aykırı davrandı; çünkü kadın beyninde daha çok, duygusallıkla ilgili hücre vardı. Bunun en büyük ispatı, son yıllarda duygularımızın yaşantımızdaki önemi anlaşıldıkça ortaya çıktı. Toplum aklı ile birlikte duygularına yaslanmayı da başardıkça, kadınların sosyal roldeki kıymeti artmaya başladı. Kadının sevgi veren, insanlığın sevilme ihtiyacını gideren bir unsur olarak vazgeçilmezliği kanıtlandı. Bu durumun benzeri Antik Yunan Çağında da yaşanmış olmasına rağmen, insanlığın tam olgunlaşmamış olması ve iletişim eksikliği, kısa zamanda kazanılan hakların kaybedilmesi sonucunu vermiştir. Bu haklar, kadını cinselliğinin dışında "insan" kimliğiyle görebilirsek günümüzdeki hukuk modeli çerçevesinde de devam ettirilebilir. Eğer Antik Çağda Yunanlıların yaptığı hata yapılmazsa, yani kadın düşünürlerin varlıklarını hissettirmeleri suretiyle sosyal hayatta aile odaklı yaklaşımlar güçlenirse, her iki cinsin de mutlu olabileceği bir toplum oluşur. Kadın ve erkeğin bencil olmadan bağımsız kalabileceği, kimsenin kimseye üstünlük sergilemeyeceği bir beraberlik oluşabilir. Bunu yapmak, rol paylaşımlarını iyi bir biçimde gerçekleştirmekle mümkündür. İnsanlık şu anda bu olgunluk düzeyine sahiptir. Aslında konuyla alâkalı tartışmalar, insanlığı geliştireceği ve ileriye taşıyacağı için iyiye işarettir. Bir kişinin insaniyetiyle cinsiyet kimliğinin doğru noktalarda değerlendirilmesi, topluma doğru şeyler kazandırır. Kadının kendi yönetimini gerçekleştirebilmesi için, kimliğinin farkına varması ve kendini, toplumu doğru tanıması gerekmektedir. İnsanlığın şu anda geldiği nokta, "kadın ve erkeğin birbiriyle savaşan değil, birbirini tamamlayan iki varlık olduğu" gerçeğidir. Özel bir yetenektir. O, çocuğu veya sevdiğiyle ilgili olarak beş duyunun tespit edemediğini görmektedir. Annelik duygusunu anlamaya çalışırken, bu duyguyu biyolojik boyutuyla da kavramak gerekir. Annelik tandansı [eğilimi] içinde, hem duygu hem de beyinde yazılı bir programın uygulanması vardır. Çocuk olduktan sonra annenin beyninde yazılı olan program devreye girer ve artık anne ona göre duygular yaşar. Meselâ bu dönemde lohusalık depresyonu oluşur. Bu süreç bazı kadınlarda daha belirgindir ki, onların beyinlerinde serotonin azalır. Serotonin, insanın ruh hâlini yöneten hücrelerin kimyasalıdır. Kişilerde bu madde azalırsa, ortaya depresif bir eğilim çıkar. Yalnız kalan annelerde lohusalık psikozu, "Çocuğuma bakamayacağım!" korkusu oluşur. Bu sebeple bizim geleneklerimizde lohusa kadın 40 gün yalnız bırakılmaz. Bu sonuca, deneyerek ulaşılmıştır. Özellikle ilk çocuklarda anne, "Çocuğa bakamayacağım, ona iyi annelik yapamayacağım; çocuğun nefesi durursa?..." gibi korkular taşır. Hatta bu korkular yüzünden, uyuması gerektiği hâlde uyuyamaz. Ama yanında birisi olursa, "Çocuğuma bakan biri var." diye düşünerek rahatça uyuyabilir. Uyumama hâlinde beyindeki serotonin daha da eksilir ve kişi kendini güvende hissedemez. Anneler bu dönemlerinde yavrusu için kolayca tehlikeye atılabilir. Bu, insanî annelerde olduğu gibi hayvanı annelerde de aynıdır. Bu duygunun, beyindeki genetik programın harekete geçmesiyle ilgili olduğu düşünülebilir. Kadın psikolojisini insan psikolojisinden net sınırlarla ayırmak mümkün olmamakla birlikte; beynin çalışma kuralları, toplumsal ve aile içindeki roller, annelik, cinsellik açısından değerlendirmelerin farklı bakış açısı gerektiğini söylememiz yerinde olacaktır. Sevgiyle Kalın Kürşat Şahin YILDIRIMER Uzman Terapist 0532 603 30 06   KAYNAKLAR: l. Andreasco, N. C.: Cesur Yeni Beyin (Çev.: Yıldırım B.Ooğan), Okuyan UsYaşmlan, İSTANBUL. 2003.2. Baker, C.—Silwı, P.:TlıeRelatiomhipBenı/ceoMoleScxuelDysfıınctionandBlicf in Zihclgerd'sMydıs. World BehaviorTlıcmyCongress 5-10 Eept. 1988, Edin-burgh.3. Bıreda, M.Kı Aşk Bağımlılığı (Çev.: Meltem Erkmen),Epsüon Yay, iSTAN—BUL, 2001.4. Cooper, CL.: Stres, MedicineamdHealth, Handbook CRP Press, lnc. 1996,Boca Foton, New Yock, London, Tokyo.5. Cıenslıaw, Tl, GoldbergIp, SexualAspectsofNeuroclıcmistıy, Ctenshowl'l,Goldberglp (Ed.) SemelPharmacology, Newyork W.W:Noı1en, Comp.l996.6. Danuısio Akemi: Umty of Knowledge, theConvergence of     7. Tarhan, N. :Kadın Psikolojisi, Timaş Yayınevi, 2002, İst
Ekleme Tarihi: 04 Ocak 2022 - Salı

TARİH BOYUNCA KADIN PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL ROLÜ…

TARİH BOYUNCA KADIN PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL ROLÜ… 1-Birinci önermemiz, kadının biyolojisini göz önüne almadan onun için en uygun olanın tanımlanamayacağı gerçeği. 2- İkincisi, kültürel ve geleneksel aktarımların kadına biçtiği rollerin, günün verilerine göre yeniden tanımlanması gerektiği gerçeği. 3-Üçüncü önermemiz, modemizmin getirdiği sosyokültürel değerlere rağmen ruh sağlığımızdaki olumsuz gidişatın kadın psikolojisi üzerindeki sonuçlarını gözden geçirmek gerekliliği. Aynı zamanda kadının konforunun nerede olduğu konusunda beyin fırtınasını yapmak. 4- Dördüncüsü ise, kadına ikinci sınıf olmayı öneren erkek egemen kültüre karşı, kadın erkek savaşlarını teşvik eden feminizmin yanlışı yanlışla düzeltmeye çalıştığının kanıtlanması. "Ortalama erkek, ortalama kadından daha üstündür." düşüncesi Aristoteles'in teziydi. Aynı tez materyalizmin teorisyenlerin-den Nietzsche tarafından da savunuldu. "Peki, günümüze gelindiğinde bu durumun alternatifi nedir? İnsanı üstün kılan, cinsiyetinin yetenekleri ve becerileri midir?" sorularının mutlaka sorulması gerektiğini düşündük. (12, 57, 58) Farklılık Bilinci Kişilik yapılarındaki farklılıklar kadın erkek arasında oldukça belirgindir. Bu durum doğaldır ve genetik algoritmanın bir gereğidir. İki cinsin de karşı tarafın kendisinden farklı olması gerektiğini bilmesi, ilişkinin sağlıklı olması için ilk adımdır. Aksi takdirde bizim hissettiğimizi onun da hissetmesini veya bizim istediğimizi istemesini arzularız. Bu ise ne mümkündür, ne de doğru ve gerekli. Çünkü insanlar tek tip yaratılmamışlardır. Biz sevdiğimiz kişiye nasıl davranıyorsak karşı tarafın da bize öyle davranmasını beklemek, olgunlaşmamış bir kişilik belirtisidir. Sevgiyi kimileri konuşarak, kimileri de hediyeleşerek ifade ederler. Yine bazıları sevgilerini yardım davranışıyla, bazıları da fizikî temas, yani dokunma ile gösterirler. İşte bu farklılıkları bilmek, duygusal farkındalığı, dolayısıyla iyi ilişki kurmayı sonuç verir. PSİKOLOJİK FARKLILIKLARIN ANALİZİ Kadınlar daha fazla estetik kaygılara, sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir. Bir erkeğin yarışı kazanmaktan veya tuttuğu futbol takımının attığı golden aldığı zevki, kadın yakınlaşma ve paylaşma anında hisseder. Eşlerin birbirlerine verecekleri en önemli armağan, güvenlerini hissettirmeleridir. Bu, aynı zamanda karşımızdakini onurlandırma yoludur. Kadının psikolojik ihtiyacında önceliği, duyguları anlamak, ifade etmek ve değiştirmek alır. Erkek ise hep çözüm odaklı düşünebilir. Ancak bunun sırrı, farklı genetik algoritmada saklıdır ve bu konuda gösterilecek çabayla düzeltilebilir. Neticede genetik yapıyı göz önüne alarak kişinin psikolojik doğasına uygun davranan insan, mutluluğu daha kolay yakalayacaktır. Kadınlar Neden Daha Çok Konuşur? İnsan beynini en çok çalıştıran eylem, kelime üretmektir. Sözcüklerin linguistik özellikleri sol beyne, anlam bölümü sağ beyne, duygular ise beynin derinliklerine yazılıdır. Sözcük üretirken hepsi birden ortak çalışmalıdır. Kadınlarda ve dişi hayvanlarda bu özelliğin, biyolojik eğilim olarak üstün olduğunu görüyoruz.  Konuşmanın psikolojik dinamiğinin başlıca özellikleri şunlardır. Toplumsal Cinsiyet Rolü Genetik bilimindeki yeni gelişmeler, cinsiyet oluşumunda insan biyolojisinin önemini ortaya koymaktadır. Akademik platformlarda gerçekleştirilen tartışmalar, "kişinin genetik algoritmasına uygun davranmasının menfaatine olduğu, genlere rağmen oluşturulan öğretilerin insana zarar verdiği" tezini güçlendirmiştir. Kadın ve erkeğin cinsel kimliğinin oluşması ve cinsiyet rolünün pekişmesinde genlerden gelen miras etkilidir. Genler kendisine yazılanın yapılmasını ister, hatta emreder. Bir insanın cinsiyet kimliği, biyolojik unsurların üstüne kültürel doktrinlerin eklenmesi sonucunda oluşur. İnsanlarda cinsiyet kimliği ilköğretime başlamadan önceki yıllarda oluşur. Bunu çocukların zevklerinden ve oyunlarındaki farklardan anlarız.   Tarihte kadının toplumsal konumu, kadının toplumsal statüsü tarih boyunca çok fazla iniş çıkışlar yaşamış olmasına rağmen bu konuda ciddî bir gelişme olduğunu söylemek güçtür. Halkların kadına bakış açısı, sahip oldukları kültürel değerler ışığında farklılık göstermiştir. Kadının geçmiş toplumlardaki rolüne baktığımızda birbirinden çok farklı yaklaşımlar sergilendiğini görürüz. Meselâ Antik Yunan kadını cemiyet hayatında son derece aktif ve özgür olmuş, bilhassa eğlence hayatının içinde bulunmuştur. Bu dönem, genç kız, kadın ya da erkeklerin 25 yaşına kadar çıplak gezmelerinin önerildiği, kuralsızlığın hâkim olduğu bir süreçtir. Giyinme zorunluluğu 25 yaşından sonra söz konusudur. Antik Çağdaki heykellerde kadının cinsel kimliği ön plâna çıkarılmıştır. Fakat daha sonra İsparta ile Atina halkı arasında kadın konusu çokça tartışılmıştır. Meselâ Aristo'nun kadının ikinci sınıf görülmesiyle alâkalı fikirleri, kadın cinsiyle ilgili "kalıp yargılar"ın pekişmesini sağlamıştır. Hatta aklın gelişmesine çok önem veren Aristo, sahip ve efendilerden oluşan küçük bir topluluğun, kölelerden oluşan büyük bir topluluktan üstün olduğunu söyler. Böylece "aristokrat sınıf denilen ldas ortaya çıkar. Aristo, kölelerden oluşan topluluğun yönetilmesi gerektiğini düşünürken, kadını da erkeğin yardımcısı ve tamamlayıcısı olarak konumlandırır. Bu arada mirasta hak verilmemesi taraftarıdır. Öyle İd Aristo, İsparta ahalisini, kadınlara verdikleri haklar dolayısıyla gerici ve aşağılık olmakla suçlar. Ispartalılar ise savaşçı bir toplumdur ve kadın hakları konusunda Atinalıların tam aksini düşünmektedirler. Savaşa gittiklerinde ticarî işlerini, kendi yerlerine bakmaları için kadınlara devrederler. Sitede olmadıkları zaman tasarruf kadınlara bırakılır. Bu durum, Aristo gibi pek çok Atinalının onları eleştirme sebebi olmuştur. Aynca Yunan medeniyetinin zirvede olduğu dönemde, kadınla erkek arasında hiçbir mahremiyetin bulunmaması, iki cinsin fazla iç içe olması ensesti yaygın hâle getirmiştir. "Odipus" ya da "Elektra" kompleksi, bu sürecin ürünüdür. Bu da literatürde efsane hâline gelmiş ve daha sonra birçok bilimsel verinin, özellikle Freudyen görüşün kaynağını oluşturmuştur. Neticede Yunan medeniyetinin benimsediği bu hayat tarzı, onları çözülüp yok olmaya götürmüştür. Romalılarda sistem, erkek egemenlik üzerine kurulmuştur. Kadın Roma'da köle olarak kabul edildiği için hukuki ehliyeti yoktur.  Bu sebeple de evlilikte ya da başka herhangi bir akitleş- mede söz hakkına sahip değildir. Ayrıca mirastan mahrumdur. Hukukî hiçbir hakkı olmayan kadın, fiili ehliyette de vesayet altında kabul edilir. Çocuklar, bunamışlar, akıl hastaları kategorisinde yer alan kadın, kendi kendini yönetemeyeceği ve şahsî kararlarını veremeyeceği için onun adına karar verilmesi gerektiği düşünülür. Roma'da kadın, annelik konusunda da çok şanssızdır. Anne, doğurduğu çocuğu erkeğin ayağına bırakır. Eğer erkek o çocuğu kucağına alırsa evlât olarak kabul ediyor demektir. Ama çocuk olduğu yerde kalırsa, savaş tanrısına emanet edilmiştir ki, böyle bir çocuk ya insaflı bir insan yüreğini ya da ölümü bekler. Hammurabi yasalarında ise kadın, mülk edinilmiş hayvan me-I sabesindedir. Yüzyılların gizemli topluluğu Hindilerde, kadın bütün hayatı boyunca noksan addedilir. Kocası öldüğü zaman, onun akrabasından bir erkeğe bağlanmak zorunluluğu vardır. Ya da Hindistan'ın bazı yerlerinde hâlâ devam eden dul kalan kadının öldürülmesi geleneği, yüzyıllardan bu yana Hintli kadının, eşinin ölümünden sonra hayat hakkı olmadığının işaretidir.  . Yahudilikte ise kadın, erkeğin hizmetçisidir. Yahudi inancına göre erkek kadından üstündür ve kadın ona hizmet etmelidir. Bunun gerekçesi de Âdem'i Havva'nın yoldan çıkardığına inanmalarıdır. Bu sebeple kadın lanetli kabul edilir. Tevrat'ta "Kadın, ölümden acıdır. Allah nezdinde iyi kimse, kadından kurtulandır. Binde bir erkek arasından bir iyi adam buldum, kadınlar arasında tek bir iyi bulamadım." ibaresi yer alır. Antik Yunan felsefesi, Hammurabi yasalarından gelen fikirler, bu tahrif edilmiş Tevrat'ta işlenir. Hıristiyanlığın kadına bakış açısı da Yahudilikten çok farklı değildir. Hıristiyanlık, kadını vesayete muhtaç kabul etmekle birlikte onu "pis varlık" sözleriyle nitelendirir. Bu sebeple de bekârlığın Allah kaünda evlilikten daha şerefli olduğu belirtilmektedir. Şövalyeler, rahibeler ve papazlar, bu inanışın gereği olarak evlenmezler. Çünkü evlenmek, "Şeytan'ın kapısına gitmektir." Bu da kadının güzelliğinden sakınılması gerektiği, onun fitne ve gururunun İblis'in silâhı olduğu teziyle güçlendirilir. Bu düşünce katılığına tepki olarak Hıristiyanlığın, hatta İslâm'ın gelişinden yüzyıllar sonra Rönesans ve Reform ortaya çıkmıştır. Ancak bu değişimler dahi Batıda kadının fert olarak tanınmasını ve sosyal haklarının iyileştirilmesini hemen sağlamamıştır. Yirminci yüzyılın başlarına kadar bekar bir kadının, velisinin izni olmadan akit yapmaya ehil olmadığı düşünülmüş ve tıpkı bir akıl hastası gibi kısıtlı olarak kabul edilmiştir. Batıda çok feci şekilde yaşanan kadın hakları ihlallerinin 1900'lerin başında İngiltere, Kanada ve Fransa gibi ülkelerde değişmeye başlamasıyla durum tersine dönmüştür. Meselâ Kanada'da kadının birey olarak kabul edilmesi 1929'larda gerçekleşir ki bu, çok yakın bir tarihtir. Garpta kadın ferdiyetinin onaylanması ilk kez İngiltere'de, o da ilginç bir şekilde vuku bulur. Bilindiği gibi İngilizcede cinsler arasında ayırım yapmak için "he" [erkekler için kullanılan "o" zamiri] ve "she" [kadınlar için kullanılan "o" zamiri] kelimeleri kullanılır. 1900'lerin başında Kanada'da avukatlık yapan bir kadın, hâkim olduktan sonra kendisine birey olmadığı, yasalarda "he" değil, "she" yazdığı söylenir. Kadınlar bu olay üzerine başlattıkları hukukî mücadele sonrasında erkeklerle eşit haklara sahip olabilmişlerdir. Yirmi birinci yüzyıldan farklı olarak geçmiş çağlarda Batıda kadın, erkekler tarafindan küçümsenmiştir. Erkekler, düşünce yeteneklerinin zayıf olduğunu düşündükleri karşı cinsi köleleştirmişlerdir. Özgür olmadığı için hakkını arayamayan kadının durumu, Fransa gibi büyük bir devlette dahi ancak 1938'lerden sonra değişmiştir. Son din İslâmiyette kadının sosyal konumunu incelersek, bilhassa Hz. Muhammed zamanında toplumda çok aktif olduklarını görürüz. Osmanlıların kadını eve hapsettiğini düşünmek yanlıştır. Fakat geleneksel baskı bu çağda şekil değiştirerek devam etmektedir. Kadının cinsel kimliğiyle var olup, toplumsal konumunun bu şekilde belirlenmesi mi onun için avantajdır, yoksa imaretler, okullar, hastaneler açarak toplumla ilgilenmesi mi daha iyi bir konum sayılır? Kadınların en büyük özelliklerinden birisi, empatik iletişimlerinin erkeklerden daha güçlü olmasıdır. Empati yeteneğinin kadında daha fazla olması, en çok onun çocuk eğitimi ve yardımlaşmada gösterdiği başarılara yansır. Osmanlı, kadının bu empati becerisini toplumsal dayanışma alanında kullanmış ve dinin infak kurumunu harekete geçirerek kadına bu alanda rol vermiştir. Fakat Batıda bilhassa Orta Çağda kadın sadece cinsel kimliğiyle anılmış, hiçbir şekilde diğer sosyal kimliklere sokulmamıştır. Orta Çağda ilim, kültür, sanat hayatında etkin kadınlar görmek güçtür. Buna tepki olarak da Batıda daha sonraki dönemlerde cinsel özgürlük akımı ortaya çıkmıştır. İnsanide tarihi, büyüyen bir insan gibidir. Bilhassa kültürel gelişim sürecinde toplumların hatalarıyla karşılaşmak ihtimali daha çoktur. Nasıl ki bir çocuğun yetişme çağında yaptığı hatalar erişkinlik sürecinde son bulursa, insanlığın yanlışları da olgunlaştıkça azalır. Şu esnada erişkinlik dönemini yaşayan insanlık, bugüne kadar edindiği kültürel birikimi göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Ancak burada, üzerinde önemle durulması gereken bir husus var: İnsanî değerleriyle anılmak isteyen modern kadın, aklın geliştirilmesine çok önem vererek onu kutsallaştırdı. Mantık ve muhakeme ile ilgili melekelerini yücelten kadın, biyolojik doğasına aykırı davranarak duygularla uğraşmayı zayıflık şeklinde algıladı. Biyolojik doğasına aykırı davrandı; çünkü kadın beyninde daha çok, duygusallıkla ilgili hücre vardı. Bunun en büyük ispatı, son yıllarda duygularımızın yaşantımızdaki önemi anlaşıldıkça ortaya çıktı. Toplum aklı ile birlikte duygularına yaslanmayı da başardıkça, kadınların sosyal roldeki kıymeti artmaya başladı. Kadının sevgi veren, insanlığın sevilme ihtiyacını gideren bir unsur olarak vazgeçilmezliği kanıtlandı. Bu durumun benzeri Antik Yunan Çağında da yaşanmış olmasına rağmen, insanlığın tam olgunlaşmamış olması ve iletişim eksikliği, kısa zamanda kazanılan hakların kaybedilmesi sonucunu vermiştir. Bu haklar, kadını cinselliğinin dışında "insan" kimliğiyle görebilirsek günümüzdeki hukuk modeli çerçevesinde de devam ettirilebilir. Eğer Antik Çağda Yunanlıların yaptığı hata yapılmazsa, yani kadın düşünürlerin varlıklarını hissettirmeleri suretiyle sosyal hayatta aile odaklı yaklaşımlar güçlenirse, her iki cinsin de mutlu olabileceği bir toplum oluşur. Kadın ve erkeğin bencil olmadan bağımsız kalabileceği, kimsenin kimseye üstünlük sergilemeyeceği bir beraberlik oluşabilir. Bunu yapmak, rol paylaşımlarını iyi bir biçimde gerçekleştirmekle mümkündür. İnsanlık şu anda bu olgunluk düzeyine sahiptir. Aslında konuyla alâkalı tartışmalar, insanlığı geliştireceği ve ileriye taşıyacağı için iyiye işarettir. Bir kişinin insaniyetiyle cinsiyet kimliğinin doğru noktalarda değerlendirilmesi, topluma doğru şeyler kazandırır. Kadının kendi yönetimini gerçekleştirebilmesi için, kimliğinin farkına varması ve kendini, toplumu doğru tanıması gerekmektedir. İnsanlığın şu anda geldiği nokta, "kadın ve erkeğin birbiriyle savaşan değil, birbirini tamamlayan iki varlık olduğu" gerçeğidir. Özel bir yetenektir. O, çocuğu veya sevdiğiyle ilgili olarak beş duyunun tespit edemediğini görmektedir. Annelik duygusunu anlamaya çalışırken, bu duyguyu biyolojik boyutuyla da kavramak gerekir. Annelik tandansı [eğilimi] içinde, hem duygu hem de beyinde yazılı bir programın uygulanması vardır. Çocuk olduktan sonra annenin beyninde yazılı olan program devreye girer ve artık anne ona göre duygular yaşar. Meselâ bu dönemde lohusalık depresyonu oluşur. Bu süreç bazı kadınlarda daha belirgindir ki, onların beyinlerinde serotonin azalır. Serotonin, insanın ruh hâlini yöneten hücrelerin kimyasalıdır. Kişilerde bu madde azalırsa, ortaya depresif bir eğilim çıkar. Yalnız kalan annelerde lohusalık psikozu, "Çocuğuma bakamayacağım!" korkusu oluşur. Bu sebeple bizim geleneklerimizde lohusa kadın 40 gün yalnız bırakılmaz. Bu sonuca, deneyerek ulaşılmıştır. Özellikle ilk çocuklarda anne, "Çocuğa bakamayacağım, ona iyi annelik yapamayacağım; çocuğun nefesi durursa?..." gibi korkular taşır. Hatta bu korkular yüzünden, uyuması gerektiği hâlde uyuyamaz. Ama yanında birisi olursa, "Çocuğuma bakan biri var." diye düşünerek rahatça uyuyabilir. Uyumama hâlinde beyindeki serotonin daha da eksilir ve kişi kendini güvende hissedemez. Anneler bu dönemlerinde yavrusu için kolayca tehlikeye atılabilir. Bu, insanî annelerde olduğu gibi hayvanı annelerde de aynıdır. Bu duygunun, beyindeki genetik programın harekete geçmesiyle ilgili olduğu düşünülebilir. Kadın psikolojisini insan psikolojisinden net sınırlarla ayırmak mümkün olmamakla birlikte; beynin çalışma kuralları, toplumsal ve aile içindeki roller, annelik, cinsellik açısından değerlendirmelerin farklı bakış açısı gerektiğini söylememiz yerinde olacaktır. Sevgiyle Kalın Kürşat Şahin YILDIRIMER Uzman Terapist 0532 603 30 06   KAYNAKLAR: l. Andreasco, N. C.: Cesur Yeni Beyin (Çev.: Yıldırım B.Ooğan), Okuyan UsYaşmlan, İSTANBUL. 2003.2. Baker, C.—Silwı, P.:TlıeRelatiomhipBenı/ceoMoleScxuelDysfıınctionandBlicf in Zihclgerd'sMydıs. World BehaviorTlıcmyCongress 5-10 Eept. 1988, Edin-burgh.3. Bıreda, M.Kı Aşk Bağımlılığı (Çev.: Meltem Erkmen),Epsüon Yay, iSTAN—BUL, 2001.4. Cooper, CL.: Stres, MedicineamdHealth, Handbook CRP Press, lnc. 1996,Boca Foton, New Yock, London, Tokyo.5. Cıenslıaw, Tl, GoldbergIp, SexualAspectsofNeuroclıcmistıy, Ctenshowl'l,Goldberglp (Ed.) SemelPharmacology, Newyork W.W:Noı1en, Comp.l996.6. Danuısio Akemi: Umty of Knowledge, theConvergence of     7. Tarhan, N. :Kadın Psikolojisi, Timaş Yayınevi, 2002, İst
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.