Mehmet Nuri BİNGÖL
Köşe Yazarı
Mehmet Nuri BİNGÖL
 

Bir Zamanlar Tasvir Gazetesi Vardı...

       Yıl 1982. İstanbul'un kasvetli ama umutla örülü günleri… G....... civarındaki dar caddelerinden  birinde, üç katlı mütevazı bir binada yayın hayatını sürdüren Tasvir Gazetesi'nde başlamıştım mesaiye.          Henüz yirmili yaşlardaydım. İçimde birikmiş kelimeler, rüyalar, dertler vardı. Biraz tayin beklemek, biraz da zamanın ruhunu koklamak için bulunuyordum orada. Yazıişleri birimine verilmiştim.          Masamın tam karşısında bir yaşıtım vardı; gözleri hep başka bir satıra dalmış, sesi kısık ama içi kaynayan biri: Hüseyin Yılmaz.       O zamanlar onun bugünün romancısı olacağını kim bilebilirdi ki? Her sabah çantasından çıkardığı not defteri, daktilosuna eğilişi, kelimelerle kurduğu sessiz ittifak...          Sanki gazeteci değil de, vaktiyle kalbinden yara almış bir yazar gibi davranırdı. Bense sabah namazıyla başlayan günümde, tayin haberlerini bekleyerek, dualar eşliğinde bir meçhule bakardım pencereden.         Yazıişleri müdürümüz, rahmetlik Hüseyin Demirel’di. Kelimeleri tartarak konuşur, başlıkları titizlikle kontrol ederdi. Hep arkamızda, ama yük gibi değil; baba gibi dururdu.           Genel Yayın Yönetmeni ise Ümit Bey . Ciddiyetiyle saygı uyandıran, gerektiğinde kelimenin ruhuna kadar inen bir adam. Onlar bizi şekillendirdiler; Hüseyin’i kalemin hakkını veren bir yazar, beni de yazının ardındaki sessizliğe yönelen biri yapan da belki onlardı.         Altı ay sürdü benim gazetecilik serüvenim. Kısa ama yoğun, suskun ama derin. Hüseyin kalmaya karar verdi. O masada daha çok sabahladı, daha çok satırla boğuştu.           Yıllar sonra onun imzasını taşıyan romanları görünce, hiç şaşırmadım. Çünkü o günlerde bile kelimeye ödenmesi gereken bedelin farkındaydı.       Ben tayinimi bekleyerek memlekete döndüm. Arkamda daktilo seslerini, demli çayları, Demirel’in başlık düzeltmelerini, Hüseyin’in göz ucuyla yazıya dalışını, kutularda biriken müsveddeleri bıraktım. Ama içimde bir şey kaldı: Gazetecilikten çok bir mektepti orası. Kalemle, sabırla, sükûtla eğitildiğimiz bir mektep.       Şimdi dönüp bakınca, Tasvir Gazetesi’nde geçen o altı ayın bir ömürlük iz olduğunu daha iyi anlıyorum. Eğer sebatı gerektirecek hâller galip gelseydi, üç roman değil yedi-sekiz kitaba imza atardım. ( Hikâyelerimle beraber yine de yedi ama...) Kimi kalır, kimi gider; kimi roman yazar, kimi hatıra… Ama aynı masada başlayan hikâyeler, kaderin satır aralarında hep birbirine değmeye devam eder.
Ekleme Tarihi: 07 July 2025 - Monday

Bir Zamanlar Tasvir Gazetesi Vardı...


       Yıl 1982. İstanbul'un kasvetli ama umutla örülü günleri… G....... civarındaki dar caddelerinden  birinde, üç katlı mütevazı bir binada yayın hayatını sürdüren Tasvir Gazetesi'nde başlamıştım mesaiye. 
        Henüz yirmili yaşlardaydım. İçimde birikmiş kelimeler, rüyalar, dertler vardı. Biraz tayin beklemek, biraz da zamanın ruhunu koklamak için bulunuyordum orada. Yazıişleri birimine verilmiştim.
         Masamın tam karşısında bir yaşıtım vardı; gözleri hep başka bir satıra dalmış, sesi kısık ama içi kaynayan biri: Hüseyin Yılmaz.
      O zamanlar onun bugünün romancısı olacağını kim bilebilirdi ki? Her sabah çantasından çıkardığı not defteri, daktilosuna eğilişi, kelimelerle kurduğu sessiz ittifak... 
        Sanki gazeteci değil de, vaktiyle kalbinden yara almış bir yazar gibi davranırdı. Bense sabah namazıyla başlayan günümde, tayin haberlerini bekleyerek, dualar eşliğinde bir meçhule bakardım pencereden.
        Yazıişleri müdürümüz, rahmetlik Hüseyin Demirel’di. Kelimeleri tartarak konuşur, başlıkları titizlikle kontrol ederdi. Hep arkamızda, ama yük gibi değil; baba gibi dururdu. 
         Genel Yayın Yönetmeni ise Ümit Bey . Ciddiyetiyle saygı uyandıran, gerektiğinde kelimenin ruhuna kadar inen bir adam. Onlar bizi şekillendirdiler; Hüseyin’i kalemin hakkını veren bir yazar, beni de yazının ardındaki sessizliğe yönelen biri yapan da belki onlardı.
        Altı ay sürdü benim gazetecilik serüvenim. Kısa ama yoğun, suskun ama derin. Hüseyin kalmaya karar verdi. O masada daha çok sabahladı, daha çok satırla boğuştu.
          Yıllar sonra onun imzasını taşıyan romanları görünce, hiç şaşırmadım. Çünkü o günlerde bile kelimeye ödenmesi gereken bedelin farkındaydı.
      Ben tayinimi bekleyerek memlekete döndüm. Arkamda daktilo seslerini, demli çayları, Demirel’in başlık düzeltmelerini, Hüseyin’in göz ucuyla yazıya dalışını, kutularda biriken müsveddeleri bıraktım. Ama içimde bir şey kaldı: Gazetecilikten çok bir mektepti orası. Kalemle, sabırla, sükûtla eğitildiğimiz bir mektep.
      Şimdi dönüp bakınca, Tasvir Gazetesi’nde geçen o altı ayın bir ömürlük iz olduğunu daha iyi anlıyorum. Eğer sebatı gerektirecek hâller galip gelseydi, üç roman değil yedi-sekiz kitaba imza atardım. ( Hikâyelerimle beraber yine de yedi ama...) Kimi kalır, kimi gider; kimi roman yazar, kimi hatıra… Ama aynı masada başlayan hikâyeler, kaderin satır aralarında hep birbirine değmeye devam eder.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.