MİSAFİR KALEM
Köşe Yazarı
MİSAFİR KALEM
 

SENİ HİÇ TANIMAMIŞIM, BOŞANALIM!

SENİ HİÇ TANIMAMIŞIM, BOŞANALIM! TÜİK’in açıkladığı verilere göre 2020 yılında boşanmaların 35,3'ü evliliğin ilk 5 yılı, 20,7'si ise evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleşti. Buna göre tüm boşanmaların yarısından fazlası evliliğin ilk 10 yılında gerçekleşmiş. Ayrıca yine TÜİK kaynaklı verilerin dediğine göre yıllara göre ortalama ilk evlenme yaşı incelendiğinde, her iki cinsiyette de ilk evlenme yaşının arttığı görülüyor. Ortalama ilk evlenme yaşı 2020 yılında erkeklerde 27,9 iken kadınlarda 25,1 oldu. Erkek ile kadın arasındaki ortalama ilk evlenme yaş farkı ise 2,8 yaş olarak gerçekleşmiş. Şimdi bu verileri yan yana koyup inceleyelim. Bu manzara bize ne anlatıyor? Aslında çok şey anlatıyor da yazmaya kalksak şu köşeye sığmaz. Ancak apaçık bir hakikat var: gençlerimiz evliliği sürekli erteliyor ve evlendikten sonra da evlilik hayatını sürdüremiyor. Bu hakikati önümüze alıp herkesin muhasebe yapması gerekiyor. Devletin en tepesinde ki yetkililerden tutun da memleketin en ücra köşesinde geçinmeye çalışan Ahmet Amca ve Fatma Teyze’ye kadar herkesin ciddi bir muhasebe yapması şart. Zira evlenmeyen, evlense de çok kısa süre sonra boşanan bu gençler ya kardeşimiz, ya komşumuz ya da bir tanıdığımız. Öyle ya da böyle bu insanları bir şekilde tanıyoruz. Hatta bu insanlar bizzat şahsımız bile olabilir. Uzayan eğitim süreci ile gençlerimiz artık en iyi ihtimalle 24-25 yaşlarında mezun olup iş bulabiliyorlar. Ancak iş bulduktan sonra evliliği gündemlerine alabildikleri için yaşları ister istemez otuza yaklaşınca evlenebiliyorlar. Bununla beraber gençlerin evlendikten sonra özgürlüklerin kısıtlanacağına dair düşünceleri de evlenmeye çok daha erken yaşlarda güç yetirebilecek gençlerin de evliliği “son durak” olarak görmelerine sebep oluyor. Evliliği “dinin yarısını korumak” olarak adlandıran bir dinin mensupları olarak ortada büyük bir problemin olduğunu idrak etmek zorundayız. En dindar ailelerin kızları ve oğulları dahi evliliği bir pranga olarak görmekteler artık. Hayattaki önceliklerini düzenlerken evliliği listenin en sonuna yazmaktalar. Evlenene kadar doyunca gezmek, eğlenmek derdinde olan gençlerimizin evliliğe atfettiği anlam ile dinimizin atfettiği anlam ne kadar da zıt taraflarda değil mi? Öte yandan bilim camiasında önemli çalışmalara imza atan birçok uzman, insanın belli bir yaştan sonra hayatına yeni bir insanı almasının gitgide zorlaştığını ifade etmekteler. Bu noktada bazıları otuzlu yaşlara işaret etmektedir. Yani otuz yıl boyunca “tek tabanca” yaşamaya alışmış birinin hayatına yeni bir insan almasının yirmili yaşlara göre çok daha zor olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber yayınlanan son bilimsel çalışmalara göre kadınların menopoz erkeklerin andropoz dönemlerine girme yaşları da hızlı bir şekilde aşağıya düşüyor. Evlenme yaşının gittikçe yükselmesi ve menopoz-andropoz yaşlarının gittikçe düşmesi neslin devamının da ciddi bir tehdit altında olduğunu göstermektedir. Gençlerimiz geç de olsa evlendikten sonra o yaşa kadar hayatlarında kökleşmiş alışkanlıklarından vazgeçmekte zorlanıyorlar. Bununla beraber flört döneminde evliliğe atfedilen olağanüstü tozpembe hayaller de evlendikten sonra devamlı surette sürdürülemediği için genç çiftlerin hevesinin kaçmasına sebep oluyor. Flört dönemi kaynaklı birçok problemin en önemlilerinden biri de budur. Gençler birbirlerini tanımak amacıyla flört ilişkisine başlarken evlenmek temel amaç olmuyor. Birbirlerini tanımak amaçlı olan flört döneminde gençler birbirlerini çok detaylı tanıyabiliyor fakat daha en baştan “eş adayı” niyetiyle bu ilişki kurulmadığı için sadece insani anlamda iyi ya da kötü tanımlaması yapıyorlar. Sonuç olarak birbirlerine körkütük âşık olan flörtler/sevgililer birbirlerini çok iyi tanır hale gelebiliyorlar ama bekâr haldeki hallerini tanımış oluyorlar. Duygusal bağ oluştuktan sonra evlilik akla geldiğinde bu sefer evlilik ile ilgili en önemli kriterlerini birbirlerine şart koşamıyorlar. Zira ortada bir aşk var. Örneğin sevgilisi Ali için “çok kıskanç biridir hatta geçen gittiğimiz kafede erkek garsonun bana sipariş sormasını bile engelledi kendisi siparişimi verdi” diyen Ayşe bunu anlatırken kıskanıldığı için içten içe sevinip “bu çocuğa aşığım ya!” diyor. Ama aklına evlendiği takdirde bir ömür boyu böyle bir muameleye maruz kaldığında bunu kaldırıp kaldıramayacağını düşünmüyor bile. Zira flört ilişkisini evlenmek üzere kurmadığı için o an karşısında kendisini uçan erkek sinekten kıskanan birinin varlığı egosunu okşamış oluyor. Ali ile Ayşe’nin ilişkisi devam edip artık akıllara evlilik geldiğinde ise Ali’ye delicesine âşık olmuş Ayşe’nin “senin şu kıskanç tavırlarını beğenmiyorum. Haftada bir buluştuğumuzda yapmanı kaldırabilirim ama bir ömür aynı yastığa baş koyarken sürekli aynı muameleyi kaldıramam. Bu davranışından vazgeçmeni istiyorum” demesi pek mümkün değildir. Nitekim Ayşe, Ali’ye âşıktır onu çok iyi tanımaktadır. Böyle konuştuğu takdirde ilişkilerinin biteceğini çok iyi bilmektedir. Ayşe, Ali olmadan yaşayamaz! O halde yapılacak bellidir. Ayşe, “evlenince düzelir” deyip önünde diz çöküp tek taş yüzüğüyle cevap bekleyen Ali’ye “sonsuza kadar evet!” diyecektir. Sonuç olarak Ali değişmeyecek Ayşe buna tahammül edemeyecek şiddetli geçimsizlik ve şiddet şikâyetiyle mahkemenin yolu tutulacak. Burada problem eşlerin birbirini tanımaması değildi; ilişkinin en başından bu yana birbirlerine eş adayı olarak bakmamalarıydı. Görücü usulü denilerek bugün küçümsenen yöntemden alışık olduğumuz “nasıl bir eş istersin? Eş kriterlerin neler? evlilikten beklentilerin nelerdir? Kötü alışkanlıkların var mıdır?” gibi ilişkinin daha en başından evlilik ile ilgili en kritik sorulara ve kriterlere tatmin edici cevaplar verildiği takdirde duygusal ilişkiye yelken açmaya sıra gelir. Ayrıca evlilik kurumu tamamen kız ve erkeğin inisiyatifine bırakılamaz. İki tarafın aileleri de etraflıca birbirlerini araştırır nasıl insanlar oldukları hakkında detaylı inceleme yapılır. Ayşe’nin babası Mehmet Bey, kendilerinden kızlarını istemeye gelen Ali ve ailesini araştırsa ne olur araştırmasa ne olur? Diyelim ki Mehmet Bey, Ali ve ailesini araştırdı ve ailesinin çok sorunlu bir aile olduğunu öğrendi. Ayşe’nin başının yanacağını sezdi. Ayşe’ye konuyu açtığında Ayşe’nin tepkisini aslında hepimiz kestirebiliyoruz. “Baba ben ailesiyle mi evleneceğim!?” İşler kızıştığında Ayşe’nin âşık olduğu gence kaçması artık normal hatta bir hak olarak görülüyor. Ama aslında kabul etsek de etmesek de bir kız ve bir oğlan evlendiğinde aslında her ikisi de birbirlerinin aileleriyle evlenmiş oluyorlar. Hayatlarında ailelerini hiç görmeyecek bir yere taşınsalar da o aileler bu genç çifti doğurdu, büyüttü, terbiye etti ya da terbiye edemedi. Günümüzde evlilikte aile faktörünün değersiz görülmesi de ayrıca incelenmesi gereken önemli bir konudur. Kıymetli okuyucular, elbette görücü usulü olarak bilinen geleneksel sistemin de problemli yönleri var. Bize düşen binlerce yıllık tecrübeyle bize aktarılan geleneği tamamen reddetmeyerek işlevsiz ve hatalı yönlerini aklıselim ile ıslah etmek olmalı. Zira dinimize, kültürümüze ve geleneklerimize tamamen uzak olan flört ilişkisinin toplumumuza her yönüyle zarar verdiği ortadadır. Benim burada dikkat çekmeye çalıştığım noktalar gençlerin evlilik kurumundan uzak durması, geç yaşta evlenmeleri, ilişkiye başlarken evlilik niyetiyle değil sevgili olmak niyetiyle başlamaları, evlilik konusunda inisiyatifin tamamen gençlere bırakılması ve gençlerin çok sevdiği flörtünde hoşuna gitmeyen davranışları hoş görerek evlenince düzeleceği düşüncesine kapılmasıdır. Yükselen şiddet dalgasına ve artan boşanmalara bir de bu açıdan mı baksak? Son cümle: Flört ederek tanımak ile evlenmek niyetiyle tanımak aynı şeyler değildir. Feyzullah Akdağ
Ekleme Tarihi: 19 Aralık 2021 - Pazar

SENİ HİÇ TANIMAMIŞIM, BOŞANALIM!

SENİ HİÇ TANIMAMIŞIM, BOŞANALIM! TÜİK’in açıkladığı verilere göre 2020 yılında boşanmaların 35,3'ü evliliğin ilk 5 yılı, 20,7'si ise evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleşti. Buna göre tüm boşanmaların yarısından fazlası evliliğin ilk 10 yılında gerçekleşmiş. Ayrıca yine TÜİK kaynaklı verilerin dediğine göre yıllara göre ortalama ilk evlenme yaşı incelendiğinde, her iki cinsiyette de ilk evlenme yaşının arttığı görülüyor. Ortalama ilk evlenme yaşı 2020 yılında erkeklerde 27,9 iken kadınlarda 25,1 oldu. Erkek ile kadın arasındaki ortalama ilk evlenme yaş farkı ise 2,8 yaş olarak gerçekleşmiş. Şimdi bu verileri yan yana koyup inceleyelim. Bu manzara bize ne anlatıyor? Aslında çok şey anlatıyor da yazmaya kalksak şu köşeye sığmaz. Ancak apaçık bir hakikat var: gençlerimiz evliliği sürekli erteliyor ve evlendikten sonra da evlilik hayatını sürdüremiyor. Bu hakikati önümüze alıp herkesin muhasebe yapması gerekiyor. Devletin en tepesinde ki yetkililerden tutun da memleketin en ücra köşesinde geçinmeye çalışan Ahmet Amca ve Fatma Teyze’ye kadar herkesin ciddi bir muhasebe yapması şart. Zira evlenmeyen, evlense de çok kısa süre sonra boşanan bu gençler ya kardeşimiz, ya komşumuz ya da bir tanıdığımız. Öyle ya da böyle bu insanları bir şekilde tanıyoruz. Hatta bu insanlar bizzat şahsımız bile olabilir. Uzayan eğitim süreci ile gençlerimiz artık en iyi ihtimalle 24-25 yaşlarında mezun olup iş bulabiliyorlar. Ancak iş bulduktan sonra evliliği gündemlerine alabildikleri için yaşları ister istemez otuza yaklaşınca evlenebiliyorlar. Bununla beraber gençlerin evlendikten sonra özgürlüklerin kısıtlanacağına dair düşünceleri de evlenmeye çok daha erken yaşlarda güç yetirebilecek gençlerin de evliliği “son durak” olarak görmelerine sebep oluyor. Evliliği “dinin yarısını korumak” olarak adlandıran bir dinin mensupları olarak ortada büyük bir problemin olduğunu idrak etmek zorundayız. En dindar ailelerin kızları ve oğulları dahi evliliği bir pranga olarak görmekteler artık. Hayattaki önceliklerini düzenlerken evliliği listenin en sonuna yazmaktalar. Evlenene kadar doyunca gezmek, eğlenmek derdinde olan gençlerimizin evliliğe atfettiği anlam ile dinimizin atfettiği anlam ne kadar da zıt taraflarda değil mi? Öte yandan bilim camiasında önemli çalışmalara imza atan birçok uzman, insanın belli bir yaştan sonra hayatına yeni bir insanı almasının gitgide zorlaştığını ifade etmekteler. Bu noktada bazıları otuzlu yaşlara işaret etmektedir. Yani otuz yıl boyunca “tek tabanca” yaşamaya alışmış birinin hayatına yeni bir insan almasının yirmili yaşlara göre çok daha zor olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber yayınlanan son bilimsel çalışmalara göre kadınların menopoz erkeklerin andropoz dönemlerine girme yaşları da hızlı bir şekilde aşağıya düşüyor. Evlenme yaşının gittikçe yükselmesi ve menopoz-andropoz yaşlarının gittikçe düşmesi neslin devamının da ciddi bir tehdit altında olduğunu göstermektedir. Gençlerimiz geç de olsa evlendikten sonra o yaşa kadar hayatlarında kökleşmiş alışkanlıklarından vazgeçmekte zorlanıyorlar. Bununla beraber flört döneminde evliliğe atfedilen olağanüstü tozpembe hayaller de evlendikten sonra devamlı surette sürdürülemediği için genç çiftlerin hevesinin kaçmasına sebep oluyor. Flört dönemi kaynaklı birçok problemin en önemlilerinden biri de budur. Gençler birbirlerini tanımak amacıyla flört ilişkisine başlarken evlenmek temel amaç olmuyor. Birbirlerini tanımak amaçlı olan flört döneminde gençler birbirlerini çok detaylı tanıyabiliyor fakat daha en baştan “eş adayı” niyetiyle bu ilişki kurulmadığı için sadece insani anlamda iyi ya da kötü tanımlaması yapıyorlar. Sonuç olarak birbirlerine körkütük âşık olan flörtler/sevgililer birbirlerini çok iyi tanır hale gelebiliyorlar ama bekâr haldeki hallerini tanımış oluyorlar. Duygusal bağ oluştuktan sonra evlilik akla geldiğinde bu sefer evlilik ile ilgili en önemli kriterlerini birbirlerine şart koşamıyorlar. Zira ortada bir aşk var. Örneğin sevgilisi Ali için “çok kıskanç biridir hatta geçen gittiğimiz kafede erkek garsonun bana sipariş sormasını bile engelledi kendisi siparişimi verdi” diyen Ayşe bunu anlatırken kıskanıldığı için içten içe sevinip “bu çocuğa aşığım ya!” diyor. Ama aklına evlendiği takdirde bir ömür boyu böyle bir muameleye maruz kaldığında bunu kaldırıp kaldıramayacağını düşünmüyor bile. Zira flört ilişkisini evlenmek üzere kurmadığı için o an karşısında kendisini uçan erkek sinekten kıskanan birinin varlığı egosunu okşamış oluyor. Ali ile Ayşe’nin ilişkisi devam edip artık akıllara evlilik geldiğinde ise Ali’ye delicesine âşık olmuş Ayşe’nin “senin şu kıskanç tavırlarını beğenmiyorum. Haftada bir buluştuğumuzda yapmanı kaldırabilirim ama bir ömür aynı yastığa baş koyarken sürekli aynı muameleyi kaldıramam. Bu davranışından vazgeçmeni istiyorum” demesi pek mümkün değildir. Nitekim Ayşe, Ali’ye âşıktır onu çok iyi tanımaktadır. Böyle konuştuğu takdirde ilişkilerinin biteceğini çok iyi bilmektedir. Ayşe, Ali olmadan yaşayamaz! O halde yapılacak bellidir. Ayşe, “evlenince düzelir” deyip önünde diz çöküp tek taş yüzüğüyle cevap bekleyen Ali’ye “sonsuza kadar evet!” diyecektir. Sonuç olarak Ali değişmeyecek Ayşe buna tahammül edemeyecek şiddetli geçimsizlik ve şiddet şikâyetiyle mahkemenin yolu tutulacak. Burada problem eşlerin birbirini tanımaması değildi; ilişkinin en başından bu yana birbirlerine eş adayı olarak bakmamalarıydı. Görücü usulü denilerek bugün küçümsenen yöntemden alışık olduğumuz “nasıl bir eş istersin? Eş kriterlerin neler? evlilikten beklentilerin nelerdir? Kötü alışkanlıkların var mıdır?” gibi ilişkinin daha en başından evlilik ile ilgili en kritik sorulara ve kriterlere tatmin edici cevaplar verildiği takdirde duygusal ilişkiye yelken açmaya sıra gelir. Ayrıca evlilik kurumu tamamen kız ve erkeğin inisiyatifine bırakılamaz. İki tarafın aileleri de etraflıca birbirlerini araştırır nasıl insanlar oldukları hakkında detaylı inceleme yapılır. Ayşe’nin babası Mehmet Bey, kendilerinden kızlarını istemeye gelen Ali ve ailesini araştırsa ne olur araştırmasa ne olur? Diyelim ki Mehmet Bey, Ali ve ailesini araştırdı ve ailesinin çok sorunlu bir aile olduğunu öğrendi. Ayşe’nin başının yanacağını sezdi. Ayşe’ye konuyu açtığında Ayşe’nin tepkisini aslında hepimiz kestirebiliyoruz. “Baba ben ailesiyle mi evleneceğim!?” İşler kızıştığında Ayşe’nin âşık olduğu gence kaçması artık normal hatta bir hak olarak görülüyor. Ama aslında kabul etsek de etmesek de bir kız ve bir oğlan evlendiğinde aslında her ikisi de birbirlerinin aileleriyle evlenmiş oluyorlar. Hayatlarında ailelerini hiç görmeyecek bir yere taşınsalar da o aileler bu genç çifti doğurdu, büyüttü, terbiye etti ya da terbiye edemedi. Günümüzde evlilikte aile faktörünün değersiz görülmesi de ayrıca incelenmesi gereken önemli bir konudur. Kıymetli okuyucular, elbette görücü usulü olarak bilinen geleneksel sistemin de problemli yönleri var. Bize düşen binlerce yıllık tecrübeyle bize aktarılan geleneği tamamen reddetmeyerek işlevsiz ve hatalı yönlerini aklıselim ile ıslah etmek olmalı. Zira dinimize, kültürümüze ve geleneklerimize tamamen uzak olan flört ilişkisinin toplumumuza her yönüyle zarar verdiği ortadadır. Benim burada dikkat çekmeye çalıştığım noktalar gençlerin evlilik kurumundan uzak durması, geç yaşta evlenmeleri, ilişkiye başlarken evlilik niyetiyle değil sevgili olmak niyetiyle başlamaları, evlilik konusunda inisiyatifin tamamen gençlere bırakılması ve gençlerin çok sevdiği flörtünde hoşuna gitmeyen davranışları hoş görerek evlenince düzeleceği düşüncesine kapılmasıdır. Yükselen şiddet dalgasına ve artan boşanmalara bir de bu açıdan mı baksak? Son cümle: Flört ederek tanımak ile evlenmek niyetiyle tanımak aynı şeyler değildir. Feyzullah Akdağ
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber111.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.